31 Aralık 2015 Perşembe

2015 Sona Ererken

0 comments
Bir takvim yılı daha sona erdi.
Gelecek sene olacaklar hakkımızda hayırlı olur dilerim.




10 Kasım 2015 Salı

Annemden Hikayeler

0 comments

Dere'de bir sokak
Foto: M.ULUTÜRK
Annem Mukadder Hanımın rivayetidir.
I
Höbere..
1960'lı yıllar. Deli cumayıların Miyase, Nâme'nin gelini, Durmuş'un Karısı Fadimana kavga etmişler. Miyase kendisine höbere diyen Fadimanayı mahkemeye vermiş.
Bunların şahitliğine de, Çaltılıların Ekmekçi Kazım'ın Anası Şerif Nene gitmiş. 
Hakim sormuş Şerife Hanım, nasıl gördün? O da, hem gördüm hem görmedim demiş. Ardından üç oğlum var üçü de ekmekçi. Birinin adı muzaffer, birinin adı Kazım öteki de Memet demiş. Hakim, Şerife Neneyi dışarı atmış bu benimle dalga geçiyor diye. Sonra hazıruna höbere nedir ya hu diye sormuş. Höbere, Dereli lügatinde uzun boylu demek. Miyase de uzun boylu. Hakim bir kendine bir Miyase'ye bakmış. E ben de höbereyim o zaman deyip bunları geri göndermiş.
--
II
Atlı doktor..
1950'li yıllar. Dere'ye atının üzerinde bir doktor gelir ve hasta olanı, isteyeni muayene edermiş. Fakat millet hasta olmadığından mı yoksa çekindiğinden mi muayene olmazlarmış. (Adam oysa şimdinin aile hekimi gibi ve ayağınıza geliyor)
--
III
Obabaşı
Dereliler yaylacı olurlardı eskiden. Bunu blogda yazmıştım.
Meğer yaylaların obabaşıları varmış. Bizimkilerin yaylası Erikli olduğuna göre burada da bir obabaşı var. Eriklinin Obabaşısı Hacı Ahmet imiş. (Oğuz geleneği işte)

--
IV
Aşı meselesi 
Ehtiyarların Hasan dede muhtarmış bir vakitler. Aşı zamanı gelince millete duyuru yapılır, aşı olacaklar toplanırlarmış.
--
V
Hacı ziyaretinde ayakkabıdan su içmek
Hacca gitmek bundan 50 yıl öncesinin Türkiyesi için hiç de kolay değil. Parası olmayan gidemez, yollar zahmetli. Günlerce sürer Hicaz'a varmak. Hacıdan gelenleri ziyarete gidenler evden çıkmadan evel bir güzel süslenirler giderler, hacıların ayakkabısından su içerlermiş. (Asıl içerisi hijyenik olmalı dedim. Kelamcıları dinlemeyelim fazla dedim. Bi sürü şey dedim. Kendime dedim. Size demedim.)
--
VI
Hovardalık
Babamın babası Mehmet Dedem hovarda adammış. Satılacak birşey kalmayınca evdeki yatakların yününü satar hovardalık yaparmış. Babası Hasan zengin adam ama oğlu geriye bağ-bahçeden başka birşey bırakmamış.
--
VII
Hastalığı ceviz yaprağı ile tedavi etmek
Ben Çocukken ateşli hasta olduğumda annem sabah gün doğmadan ceviz yaprağı toplar beşiğimin altına serer üstüne yatırırmış. Bir de yorgan gibi üzerime. Derhal iyileşirmişiz. Eczane yok sağlık ocağı yok. Kışın da iyileştirme yöntemi terletmek.
--
VIII
Müfettiş Gelecek
Ali Koş tellal bağırır: gonşular! gonşular! Müfettiş gelecek kapıların önünü süpürün. Herkes, bütün Dereliler kapılarının önünü temizler, sokağı ışıl ışıl ederlermiş. (Müfettiş, Milli eğitimden geliyor dikkat edin. Öğretmene verilen değerin zirvede olduğu günler). Ali koş Gobalaklar'dan. Evi de Tellek bağına giderken yol üzerinde. Ali koş Derenin bekçisi. Diğer bekçiler de Horiyeler'in Zahit Dede, Namidar, Foslakçılar'ın Yakup Dede idi. Ben çocukken Kolcu Memet ile Norilerin Muhammet de Dere'nin kasaba olduğu günlerin son bekçileri idiler.
--
IX
Köpeğin Kabri
Muziplikleriyle bilinen Mustallilerin Mustafa, Kemer değirmeninde çalışmaktadır. Ölen bir köpeği kokmasın diye değirmenin karşısına gömer. Balcıların İsmail Dede alazlama yani kaşıntı olmuştur. Mustalli,  İsmail Dede'ye; ben bir tekke buldum git dua et kaşıntın geçsin der. O da gider mezarı tavaf eder. Dualar okur ertesi gün iyileşir....
---
X
Bezeme Tekkesi
Bezeme tekkesi vardı eski buğday Pazarına yakın. Bezeme olanlar giderdi. Beni de götürmüşlerdi hatırlarım. Siğil mi çıkmıştı, kaşıntı mı vardı.




27 Ekim 2015 Salı

Konya Ansiklopedisi Tamamandı

0 comments



Gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda rahmetli Selçuk Es kendi çapında hazırladığı Konya Ansiklopedisini Anadolu’da Hamle, daha sonra da Yeni Konya gazetelerinde yayınlıyordu. Zamanın yazarlarını olduğu gibi onun yazılarını da ilgiyle izliyordum.

Sonraki yıllarda rahmetli Yalçın Dikilitaş bir ansiklopedi hazırlamaya başladı. Onun bu çalışmasına destek amacıyla bazı maddeler önermiş, birkaç madde yazımında katkıda bulunmuştum. Yazık ki Yalçın Dikilitaş’ın ömrü vefa etmedi bu çalışmayı devam ettirmeye.

Şehrimizle ilgili bir ansiklopedinin yokluğunu yıllarca hissettik. 2010 yılında bir ışık göründü. M. Ali Uz başkanlığında akademisyenlerden oluşan bir kurul, ansiklopedi çalışmalarına başladı. Bu kurulun varlığı ve böyle yüklü bir götürüsü olan yayının arkasında Konya Büyükşehir Belediyesi ve Kültür AŞ. nin olması umutlu olmamız için yeterliydi.
Gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda rahmetli Selçuk Es kendi çapında hazırladığı Konya Ansiklopedisini Anadolu’da Hamle, daha sonra da Yeni Konya gazetelerinde yayınlıyordu. Zamanın yazarlarını olduğu gibi onun yazılarını da ilgiyle izliyordum.

Sonraki yıllarda rahmetli Yalçın Dikilitaş bir ansiklopedi hazırlamaya başladı. Onun bu çalışmasına destek amacıyla bazı maddeler önermiş, birkaç madde yazımında katkıda bulunmuştum. Yazık ki Yalçın Dikilitaş’ın ömrü vefa etmedi bu çalışmayı devam ettirmeye.

Şehrimizle ilgili bir ansiklopedinin yokluğunu yıllarca hissettik. 2010 yılında bir ışık göründü. M. Ali Uz başkanlığında akademisyenlerden oluşan bir kurul, ansiklopedi çalışmalarına başladı. Bu kurulun varlığı ve böyle yüklü bir götürüsü olan yayının arkasında Konya Büyükşehir Belediyesi ve Kültür AŞ. nin olması umutlu olmamız için yeterliydi.

Yayınlanan ilk cildin koordinatörü Ercan Uslu, Editörü Dr. Mehmet Birekul’du.Yayın kurulu ise şu isimlerden oluşuyordu. M.Ali Uz (Başkan), Prof. Dr. Haşim Karpuz (Başkan Yardımcısı) Ercan Uslu, Ali Işık, Bekir Şahin, Hasan Yaşar ve Dr. Mehmet Birekul. Ansiklopedinin yirmi dört kişiden oluşan bir bilim kurulu var.

Dokuz ciltten oluşan ansiklopedide 3617 madde yer alıyor ve her ciltte ortalama 130 madde yazarının emeği yer alıyor.

Dokuzuncu yani son cildin koordinatörü M. Sami Küçüktığlı, Editörü M. Ali Orak, Yayın Kurulu M. Ali Uz (Başkan) Prof. Dr. Haşim Karpuz (Başkan Yardımcısı) Ali Işık, Bekir Şahin, Hasan Yaşar, M. Ali Orak ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet Birekul. Bilim Kurulu 15 kişiden oluşuyor. 9. Cildin sonuna bir ek ciltde ilave edilmiş.

Bir ansiklopedi hazırlamak hayli zor ve maddi gücü gerektiren bir uğraş. Bildiğim kadarıyla İstanbul, Bursa ve Kayseri’de yayınlanmıştı şehir ansiklopedisi.  Bu dev esere emeği geçen herkese teşekkür ve minnet borçluyuz.

Yayınlanan ilk cildin koordinatörü Ercan Uslu, Editörü Dr. Mehmet Birekul’du.Yayın kurulu ise şu isimlerden oluşuyordu. M.Ali Uz (Başkan), Prof. Dr. Haşim Karpuz (Başkan Yardımcısı) Ercan Uslu, Ali Işık, Bekir Şahin, Hasan Yaşar ve Dr. Mehmet Birekul. Ansiklopedinin yirmi dört kişiden oluşan bir bilim kurulu var.

Dokuz ciltten oluşan ansiklopedide 3617 madde yer alıyor ve her ciltte ortalama 130 madde yazarının emeği yer alıyor.

Dokuzuncu yani son cildin koordinatörü M. Sami Küçüktığlı, Editörü M. Ali Orak, Yayın Kurulu M. Ali Uz (Başkan) Prof. Dr. Haşim Karpuz (Başkan Yardımcısı) Ali Işık, Bekir Şahin, Hasan Yaşar, M. Ali Orak ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet Birekul. Bilim Kurulu 15 kişiden oluşuyor. 9. Cildin sonuna bir ek ciltde ilave edilmiş.

Bir ansiklopedi hazırlamak hayli zor ve maddi gücü gerektiren bir uğraş. Bildiğim kadarıyla İstanbul, Bursa ve Kayseri’de yayınlanmıştı şehir ansiklopedisi.  Bu dev esere emeği geçen herkese teşekkür ve minnet borçluyuz.

Zeki OĞUZ-Memleket Gazetesi

4 Ekim 2015 Pazar

Bizim Evdeki Tel Dolabı

0 comments


Zaman geçtikçe eskiye rağbet azalıyor. 
Mutfakların tel dolapları, sinileri, kuşhaneleri, seleleri, sepetleri, küfeleri şimdi kilerlere, izbelere, depolara indi. Vakti gelince oralarda da olmayacaklar. 

Vadi-yi Meram'ın bahçeli evlerine ait araç gereçler başka yerlerde olduğu gibi kaybolup gidince "bir zamanlar" diyerek başlayan cümleler kuracağız.  

Tel dolapları için buzdolabının atası diyebiliriz belki. Fotoğraflar bizim evden.

Kimileri de bunları bir yerlerden bularak biraz da dekoratif amaçlı kullanıyorlar. Buzdolabı niyetine kullanılan bu dolaplara yetişemeyenler hayli fazla. Benim gibi 70'li yıllarda çocukluk yaşayanlar, fabrikasyonu, garantisi olmayan bu dolapları iyi bilirler. Tel dolabı yemekleri, sinekten börtü böcekten korur, mümkün olduğu kadar serin bir yere konulurdu. 

Dolabın yanında duvara asılı kalbur hala iş görüyor.



Benim gibi eski eşya meraklısı biri de evinin salonuna aldığı dolabı böyle allayıp pullayıp yerleştirmiş.





Sepet milleti de yerinde duruyor. Bugün asmanın son üzümlerini naylon bir kova yerinde sepetin içine koymak suretiyle kendimi iyi hissettim diyebilirim. :)

Bunların daha büyük ve yüksek olanları ile bağ bozumuna giderdik Eylül başından sonra. Dutlu kırı bağlarına, Hocacihan bağlarına, Vadi-yi Meram'ın bağlarına giderdik. Bağbozumu günlerini keyifle yazıp Meram dergisinde yayımlamıştım yıllar evvel. 

Bu şiirin tarihini bile unutmuşum. 15 yıl vardır sanırım. Şiir sayfanın altında...

Sepetin üzerindekini kırık bir baston sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bahar günlerinde Vadi-yi Meram bahçelerinin merizlerine, puştalarına, avarlarına bu aletle tohum veya sebze fidanı dikilirdi. Toprak tavındayken bunu yere batırınca açılan derin deliğe ne ekip dikecekseniz dibine bırakır üzerini toprakla kapatırdınız.

 

 

EYLÜL

/En mûnis tarafından
alâimisemâyı
yahut ölümünü toprağın
hesaba katarak Eylül’ü
her sonbaharda düşlerim.../

Ben çocukken
bağbozumuna gidilirdi
imrenirdi şehir çocukları
küfeler dolusu üzümüne
ve at arabasına dedemin..

Badem ağacı,
bağ
ve çocuk benliğim
bulanırdık muhabbete.

Kuşlukta gelirdi Kâsım
elinde sıcak bir fırın ekmeği
yüreğinde gizli yaralarla uzaklardan.
Anlardım ki Eylül’ü umursardı.

Yaz biter Eylül bitmezdi
ninemin şekerleri gibi
/şehir arsız değildi bu kadar
anneler böylesine yalnız./

akşamları
pencere önlerinde gemici feneri
dışarıda rüzgâr
aklımda Hürü’nün masalı.
İçimden serüvenler geçerdi.
Ocak başında ‘‘Tarla Dönüşü’’nü dinlerdik radyodan.
Geceleri yıldızlar kayardı
cilâlı turşu küpleri parlardı.
Dedem anlatır,gülerdi :
‘‘Filistin , Kafkasya hey
çarıklı arpa pilâvı.’’

Çarıklı arpa pilâvı ve çocuk benliğim
Kiler kokusunda kaybolurduk.

Eylül hiç kaybolmazdı...




Bu küpün turşu sakladığı günleri hatırlıyor olmak...
Evde dedeli-neneli, analı-babalı günlerde bolca turşu yapılan günler çok geride kaldı.

Hatırası bile yeter...

14 Eylül 2015 Pazartesi

Büyük Hala ve Kar Kürekleri

0 comments
Fotoğraf: Musa Mert


Birinci katı hatıllar arasında yerleştirilerek kerpiçle örülmüş bir yapıydı eski ev. Alt katta eli böğründeler, verevine yerleştirilen dayaklarla desteklenen çıkmalar, alt odanın ışığı zar zor alan küçük bir penceresi vardı. Üstte, sokağa bakan tek odanın hem sokak hem de avluya bakan tarafında kafesli iki büyük penceresi. Sokağa bakan en dış kapı, içerinin ve dışarının görülmesine izin vermeyen penceresiz yüksek duvarların çevrelediği dış bahçeye açılırdı. Bu bahçenin hemen bitiminde evin avlusuna açılan ikinci bir kapı. Cümle kapısı denen bu kapıdan büyük bahçeye çıkınca kuyu çıkardı karşınıza. Tulumbadan su çekmek çok keyifliydi. Sokağın alt kısmında, bahçeye bakan tarafta büyükçe bir asma ve bahçe tarafında da derme çatma bir aşanası vardı. 
Evin hatıllarını, dilmelerini karşı dağdan kesip getirmişler. Kocaman ardıç ağaçları bunlar. Ardıç çok nazlı bir o kadar da sağlam bir ağaçtır. Bu kadar büyük olduklarına göre birkaç asırlık olmalıydılar. Üst kata, avludan on basamaklı bir merdivenden çıkılırdı. Kapıdan girince küçük bir mutfak, sağında da bu sıcak oda. Büyük Halanın nadiren dışarıya çıktığı bu odanın orta yerinde tandırı vardı. Güzde, kışta kim üşümüşse ayaklarını içine sokar, üzerine de battaniye çekerdi. Kış günlerinde sıcacık olurdu büyük halanın odası. Uykusu gelmeyenin uykusu gelirdi altı taş, üstü kerpiç çatısız evin bu odasında. Nasıl olur da akmazdı damları onca karın altında anlamak zordu. Damlara alta sızdırmasın diye serilen çakıllı mor toprak engel olurdu galiba. Karşıdaki duvarda boylu boyunca gömme bir dolap. Ortası raflı aynalık. İki yanı göç için. Yatak yorgan konan bu yere göç dolabı denirdi.
Bu odanın yan tarafındaki ot evine saman balyaları ile bahardan yahut yazdan kalma yeşil otlar konur, bunlar kış gelince hayvanlara yedirilirdi.  Her mevsim ot kokardı bu aralık. Buraya hayatımda gördüğüm en dik ve çok basamaklı ahşap bir merdivenle çıkılırdı. Ot evinin altında, abbaralara benzeyen aralığından da sokağa. Kapısı hayli ilginçti. Kapı düzeneğindeki deliğe parmağınızı sokar şakını düşürürdünüz. Buradan Hacılar sokağına atardınız adımınızı iki basamaktan çıkarak. Hacılar sülalesinin hepsi sofu idiler. Veya öyle görünmeyi severlerdi. Yaşlısı genci vakit namazlarında camide olurlardı. Kimi rençber, kimi marangoz. Bu ailenin erkekleri sert bakışlı adamlardı nedense. Bunlardan sadece babamın dayısı Süleyman güler yüzlü bir adamdı. Pek heybetli, iri yarı, uzun boylu. Beyaz namaz takkesi her daim başında olurdu. Uzun beyaz sakalları ile çocukluğumun kitaplarında resmini gördüğüm Mimar Sinan’ı aklıma getirirdi. Sokakta bir de Elmacı nene vardı. Adını ben uydurmuştum Hacer nenenin. Onların santral tarafında kocaman elma ve armut veren ağaçları vardı. At arabaları ile bahçelerine gider gelirlerdi.
Büyük hala sokağa bakan pencerenin önüne oturur, gelip geçene bakar, akrabanın yahut sokak ahalisinin kendisini ziyarete gelmeleri için bekler durur. Çocuk gelirse onları sever, sakladığı şekerleri ikram eder. Büyüklerle pek geçinmez. Roman kahramanı gibi büyük hala. Aksi, kara kuru, çoğu zaman sevimsiz biri. Bana, ne zaman öldüğünü bile hatırlamadığı kocası Himmet’in fotoğrafını göstermişti bir keresinde. Tek bir fotoğraf. Seferberlik zamanında çekilmiş. Himmet cakalı, fiyakalı kalın burma bıyıklı biriymiş gençken. Halayı şehirde sinemaya filan götürürmüş. Bu anlattığı, halanın kendisinden sonraki iki nesil için bile neredeyse ulaşılamaz şeylerdi o vakitler.
Kış gelince çok kar yağardı. Amcamın oğlu Memo’yla bana evden hemen emir gelirdi: Halanın evinin damı kürünecek. Memo’yla birlikte büyük halanın evine pek istekli giderdim. Memo da öyle miydi bilmem. Kürüdüğümüz karlar dar sokağı doldurunca aşağıya inmek için merdiveni kullanmaz, damdan kar yığınlarının üzerine atlardık. Çok keyif alırdık böyle yapmaktan. Damı karlardan temizleyince çok ağır dam yuvağını bir oraya bir buraya mor toprak pekişsin sürer dururduk. İşimizi bitirip de alttaki odasına indiğimizde Büyük hala bize bir bardak çay bile vermezdi.
Eski evde yalnız başına yaşayan büyük hala seksen sekiz yılının 17 Mayıs günü öldü. Ben yalnız başına yaşayan, hayli ömür sürmüş insanların ölümüne daima acırım. İnsan yaşlandıkça yalnız kalmaktan ürküyor. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Bu evden hatırladığım, Büyük Halanın yalnızlığı, kar kürekleri ve dam yuvağıdır. 
(Muammer ULUTÜRK, KâğıtDergi, Eylül-Ekim 2015)

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Kapılar

0 comments

Bin bir gece kuşları nefesinde yanıyor
İnciler diziyorum; nazlanıyor kirpikler
Şiir ateştir; dilin damarları kanıyor
Kapattığın kapılar ardında üveyikler
Saçlarından süzülen sularda yıkanıyor

Umarsız serzenişler bahçesinde yaşamak
Ölmektir; yürü şimdi, çölde seraba sığın
Zifiri karanlıkta cam yeşili ve mağrur
Bir nehir, kıyısında ağlıyor yalnızlığın
Kimse bilmez ki ölüm hangi tenhâda durur

Kalbimden aldığın gün sonsuz saltanatını
Sana vedâ taşından bir saray kuracağım
Buhurdan tepelerde arayacak tahtını
Başımı yokluğunun mührüne vuracağım
Ayaklarına serdim delilik sanatını

Neden yine habersiz bakıyor karşımda yer
Dikenli mektuplara damlıyor sanki sesin
Belli ki, hicretimi bekliyor şimdi gökler
Hangi kafesin mahkûmudur, bilmeyeceksin
Kapattığın kapılar ardında üveyikler
 

Aile Öyküleri

0 comments

Bir ailenin geçmişi hakkında sözlü rivayetleri derleyip yazıya geçirmek başkaları için elbette önemli olmaz. Ben bunları aslında kendim için yazdığım kadar benden sonrakiler için de yazıyorum.  Keyif alıyorum bunu yaparken. İyi bir belge biriktiriciyim de. Bundan 35 yıl önce otobüste kullandığım bileti, bir mektup zarfından özenle ayırdığım bir posta pulunu defterimde saklarım. Kitaplarımın arasında ne zaman koyduğumu unuttuğum yüzlerce kağıt obje vardır. Kocaman bir defter alma zamanım geldi de geçiyor.
Annem Mukadder Hanım/1954 yılı

Aile geçmişim hakkında en önemli bilgi kaynağım annemdir. Onunla geçmişe dair sohbetler etmeyi severim. O da sever bunları konuşmayı. O söyler ben yazarım. Dün onunla bana daha önce söylemediği şeyleri konuştuk. Şunları öğrendim Vadi-yi Meram’ın temaşası en güzel balkonumuzda:
Annemin anneannesinin adı Hediye imiş. Bu hanım Çalıklı’da (Harmancık mı?) evlenmiş. Hüseyin adlı bir oğlu olmuş (annemin dayısı). Sonra kocası ölünce Dere’ye gelin gelmiş ve Ayşe nenemin (biz onu Ayış diye bildik bir ömür) babası Ömer Dede ile evlendirmişler. Bu evlilikten anneannem Ayış nene, Naciye teyze ve Zehra teyze üç kardeş doğmuşlar. Ayış nene en büyükleri, Zehra ortanca, Naciye küçükleri.  
Ömer dede meğer karısı öldüğü için evlenmiş Hediye ile. Eşlerin ölümü onları böylece buluşturmuş. Ömer dedenin ölen karısından Ayşe adlı kızı (Bayrakların Eyüp Ağa'nın annesi) doğmuş. Bu Ayşe, Annemin üvey Ayşe teyzesi oluyor.
Gazi Mehmet Ali Azgün Dedem, 1894-1985
Annemin Hüseyin dayısının biri Remziye diğeri Behiye adına iki kızı olmuş. (Annem, ağabeyi Fahrettin dayımın bunları uzun yıllar evvel arayıp bulduğunu anlatıyor. Annemin teyzesi Zehra nenenin kocası Kırık Mustafa,  dayıma yardımcı olmuş da bu kardeşlerin izleri böylece bulunmuş. Bunları şimdi nerede olduğunu bilme imkanımız olmayan defterine de not etmiş dayım.) Annem bu insanların nerede olduklarını, ailenin şimdi nerede olduğunu bilmediğini söylüyor. Hediye nene Dere’ye gelin geldiği senelerde annemin dayısı Hüseyin, Lalebahçe’de bir ailenin içgüveysi olmuş. Kimsesi yok yaşlı bir Kadınla evlenmiş. Remziye ile Behiye bu yaşlı kadından yani. Hediye nene, annem gelin olduktan sonra Hatice ablam kucağındayken ölmüş. 1958-60 yılları olmalı. Çocukken geçirdiği çiçek hastalığı sırasında gözünün biri kör olmuş. Güzel bir kadınmış. Ayış nenem de gençken çok güzelmiş. Dere’de ona güzel Ayış derlermiş. Mehmet Ali Dedemle aralarında 15 yaş kadar varmış. Dedemi Kel Memet Ali diye beğenmemişler. Bu sebeple zor vermişler. Dedemlere Keller ve Memişler de derlermiş. Dedemin Babası Mustafa çok yoksul bir adam. Öyle ki, berber parası  bile olmayınca keskin bir taşı ustura yapar Mehmet Ali dedemle ağabeyi Çavuş emmiyi bununla tıraş edermiş. Ülkenin yokluk zamanları. Bunu şimdi kime anlatırsınız ki…
Dayım Fahrettin Azgün

Dedem, Hasan Efendi hocada hafız olmuş. Askerde katiplik yaptığı için kasabanın yazışma işleri ona gelirmiş o senelerde. Değirmenlerde Ömrü boyunca çalışmış. Seydişehir’de birkaç sene kalmış nenemle. Meram Turut değirmeninde de çalışmış. Annem eşeğe biner ve bu değirmene azığını götürürmüş. Şırlan yağından katmer, dolma sarma vs.. Mehmet Ali Dedemin babası Mustafa oğluna Fahrettin Paşanın adını vermiş. Bu paşa, Medine Müdafaasını yapan ve Çöl Kaplanı diye bilinen Fahrettin Paşa olmalı (Ömer Fahreddin Türkkan). 
Dedem, en son Altınapa değirmeninde buraya baraj yapılana kadar çalıştı ve hiç emeklisi olmadı. Emekli Maaşını hak ettiği halde günah diye almamış. Askerliği Filistin ve Kafkas cephesinde yapan dedeme gazi olduğundan gazi maaşı bağlamışlar. Yalansız, plansız dosdoğru bir adamdı. 

Dayım 1927 doğumlu idi. Teyzemle aralarında 2 yaş olduğunu söylermiş. İki kız kardeşin arasında da 7 yaş var. Buna göre annem 1936 doğumlu. Annesinin dediğine göre bir bahar günü soğanlar dikilirken doğmuş. Annem bana bu hesabı söyleyince 1939 değil, 1936 yılında doğduğunu söyledim. Kendimi çok yaşlı hissettim dedi. Söylemesem iyi olurmuş.
Ömer Fahreddin Paşa (Ruscuk 1868/Eskişehir 1948
Mehmet Ali dedemin annesinin adı Fatma (Fadimana). Annem onu iyi hatırlıyor. Annem evlenmeden hemen önce 85 yaşında iken ölmüş. Çok cesurmuş bir kadınmış. Büyük oğlu Mevlüt Çavuş seferberlik zamanı 12 yıl askerlik yapmış. Çavuş, günlerden bir gün Batum’dan izne gelmiş memlekete. Fakat izni geldiği gün bitmiş. Dere’de muhtar odasında iken buraya yolları düşen inzibatlara yakalanmış. Askerler apar topar kollarına girip götürmeye kalkmışlar daha kimse ile görüşememişken. Fadimana nene bu duruma çok kızmış, inzibatlara çıkışmış ama elinden bir şey gelmemiş. Oğlunun arkasından gözyaşlarıyla bakakalmış. Mevlüt çavuş uzunca yaşadı. Bunları anlatır gevrek gevrek gülerdi. 
Benden evvel keşke diyorum, geçmişe dair aile notları olsaydı elimizde. Öyküler, şiirler yazardık onların hayatına dair. Halinden müşteki zamanelere faydası dokunurdu belki…


4 Ağustos 2015 Salı

Taşlar Ne Söyler

0 comments
Ölüm Allah'ın emri. Ölenler ölür de, kalanlar ibret alır mı bilmem.
Bizim ailenin büyüklerinden pek az kimse kaldı. Mevla kalanlara sağlıklar, uzun ömürler versin.
Yaşlılığın getirdiği acizlikten Allah'a sığınmak lazım. Üç gün yatak, dördüncü gün toprak meselinin bunun için bir anlamı var.
Vadi-yi Meram'ın büyük kabristanında medfun bu aile büyüklerinden bazıları hakkında yazılarımda bildiğim/hatırlayabildiğim kadarıyla bahsettim zaman zaman.

Babamın annesi Hacı Zehra Ulutürk




Kim olduğu bilinmiyor. Aileden ihtimal



Babamın halası Fatma Dede. 1898 doğumlu.


Babamın babası Hacı Mehmet. 1911 doğumlu.


Anneannem Ayşe Azgün 1908 doğumlu



Babamın büyük halası Hacer Saka.

Babamın Nenesi Hatış Nene. 1875 doğumlu.


Annemin babası Mehmet Ali dedem. 1894 doğumlu.

Dayımın eşi Melahat Azgün.

Annemin amcası Gazi Mevlüt dede. Yazılar silinmiş.


Babam Hacı Hasan Ulutürk

Amcam Faruk Ulutürk


29 Temmuz 2015 Çarşamba

Augustus Otelİ

0 comments
Meram'da kurtarılan eserlerden biridir Augustus Oteli..

Merhum Selçuk Es, adına bakarak sahibi olduğunu düşündüğümüz Augustus Efendi hakkında, "1918-1924 senelerinden Anıt’tan İstasyon’a giden caddenin bugünkü Kolej binasının arka kısmındaki Eski Meram Yolu’na dönen yol kavşağının sol köşesinde bulunan ve 1958 yılında yıkılan binada otelcilik’le uğraşmış olan, şişmanca, karayağız, ak saçlı bir zat idi. Hayatı hakkında başka bilgiye ulaşılamadı." bilgisini vermiş. 

Konya Augustus Oteli Fotoğraf: Sedat KARAHALLI
Konya Gar Binasının doğusunda bulunan otel, 1895 yılında yapılmıştır. 1924 yılındaki mübadeleden sonra Selanik Vadina’dan gelen Hıfzı Hamide Günas ailesine verilen otel bir süre Askeri Ulaştırma Okulu olarak kullanıldı. Dükkanlarından bir tanesi de postane oldu. Daha sonra tekrar otel İstasyon Palas oldu. 1980’li yıllarda terk edilen yapı oldukça yıpranmıştır. Cephelerindeki taş işçiliği, barok pencere kemerleri, kemerlerin kilit taşları, demir perforjeler 19. yüzyıl Avrupa mimarisinin etkilerini gösterir. Otelin 1895 Bağdat Demiryolu’nun kente ulaştığı yıllarda yapıldığı kabul edilir. Sahibi şehrin Rum zenginlerinden Augustus’tur. Bu tarihi yapı, 1982 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından tescil edilmiştir.

Meram Belediyesi tarafından restorasyonu tamamlanan bina şimdi butik otel olarak hizmet veriyor.

Vadİ-yİ Meram'a İlk Otobüs Seferİ

0 comments
Ekekon gazetesinin haberine göre "mevsim dolayısıyla" ibaresi ile muhtemelen ilk otobüs seferi  bundan tam 72 sene önce başlatılmış. 10 Haziran 1943. Demek ki ahali kendi imkanlarıyla ne bulursa onunla gidip gelmiş.


Vadi-yi Meram'a ilk otobüs seferi









Alttaki fotoğraf ise yakın bir tarihten. Şofor Hayri Bayram, Biletçiler rahmetli İbrahim Çelik ve Mustafa balaban Çukurluk'ta çektirmişler bu fotoğrafı. Yandaki çocuklar ise Vedat Koş ile Mustafa Gün
70'li yıllar