Fotoğraf: Musa Mert |
Birinci
katı hatıllar arasında yerleştirilerek kerpiçle örülmüş bir yapıydı eski ev. Alt
katta eli böğründeler, verevine yerleştirilen dayaklarla desteklenen çıkmalar,
alt odanın ışığı zar zor alan küçük bir penceresi vardı. Üstte, sokağa bakan
tek odanın hem sokak hem de avluya bakan tarafında kafesli iki büyük penceresi.
Sokağa bakan en dış kapı, içerinin ve dışarının görülmesine izin vermeyen
penceresiz yüksek duvarların çevrelediği dış bahçeye açılırdı. Bu bahçenin
hemen bitiminde evin avlusuna açılan ikinci bir kapı. Cümle kapısı denen bu
kapıdan büyük bahçeye çıkınca kuyu çıkardı karşınıza. Tulumbadan su çekmek çok
keyifliydi. Sokağın alt kısmında, bahçeye bakan tarafta büyükçe bir asma ve
bahçe tarafında da derme çatma bir aşanası vardı.
Evin
hatıllarını, dilmelerini karşı dağdan kesip getirmişler. Kocaman ardıç ağaçları
bunlar. Ardıç çok nazlı bir o kadar da sağlam bir ağaçtır. Bu kadar büyük
olduklarına göre birkaç asırlık olmalıydılar. Üst kata, avludan on basamaklı bir
merdivenden çıkılırdı. Kapıdan girince küçük bir mutfak, sağında da bu sıcak oda.
Büyük Halanın nadiren dışarıya çıktığı bu odanın orta yerinde tandırı vardı. Güzde,
kışta kim üşümüşse ayaklarını içine sokar, üzerine de battaniye çekerdi. Kış günlerinde
sıcacık olurdu büyük halanın odası. Uykusu gelmeyenin uykusu gelirdi altı taş,
üstü kerpiç çatısız evin bu odasında. Nasıl olur da akmazdı damları onca karın
altında anlamak zordu. Damlara alta sızdırmasın diye serilen çakıllı mor toprak
engel olurdu galiba. Karşıdaki duvarda boylu boyunca gömme bir dolap. Ortası
raflı aynalık. İki yanı göç için. Yatak yorgan konan bu yere göç dolabı denirdi.
Bu
odanın yan tarafındaki ot evine saman balyaları ile bahardan yahut yazdan kalma
yeşil otlar konur, bunlar kış gelince hayvanlara yedirilirdi. Her mevsim ot kokardı bu aralık. Buraya
hayatımda gördüğüm en dik ve çok basamaklı ahşap bir merdivenle çıkılırdı. Ot
evinin altında, abbaralara benzeyen aralığından da sokağa. Kapısı hayli
ilginçti. Kapı düzeneğindeki deliğe parmağınızı sokar şakını düşürürdünüz.
Buradan Hacılar sokağına atardınız adımınızı iki basamaktan çıkarak. Hacılar
sülalesinin hepsi sofu idiler. Veya öyle görünmeyi severlerdi. Yaşlısı genci
vakit namazlarında camide olurlardı. Kimi rençber, kimi marangoz. Bu ailenin
erkekleri sert bakışlı adamlardı nedense. Bunlardan sadece babamın dayısı
Süleyman güler yüzlü bir adamdı. Pek heybetli, iri yarı, uzun boylu. Beyaz namaz
takkesi her daim başında olurdu. Uzun beyaz sakalları ile çocukluğumun kitaplarında
resmini gördüğüm Mimar Sinan’ı aklıma getirirdi. Sokakta bir de Elmacı nene
vardı. Adını ben uydurmuştum Hacer nenenin. Onların santral tarafında kocaman
elma ve armut veren ağaçları vardı. At arabaları ile bahçelerine gider
gelirlerdi.
Büyük
hala sokağa bakan pencerenin önüne oturur, gelip geçene bakar, akrabanın yahut
sokak ahalisinin kendisini ziyarete gelmeleri için bekler durur. Çocuk gelirse
onları sever, sakladığı şekerleri ikram eder. Büyüklerle pek geçinmez. Roman
kahramanı gibi büyük hala. Aksi, kara kuru, çoğu zaman sevimsiz biri. Bana, ne
zaman öldüğünü bile hatırlamadığı kocası Himmet’in fotoğrafını göstermişti bir
keresinde. Tek bir fotoğraf. Seferberlik zamanında çekilmiş. Himmet cakalı,
fiyakalı kalın burma bıyıklı biriymiş gençken. Halayı şehirde sinemaya filan
götürürmüş. Bu anlattığı, halanın kendisinden sonraki iki nesil için bile neredeyse
ulaşılamaz şeylerdi o vakitler.
Kış
gelince çok kar yağardı. Amcamın oğlu Memo’yla bana evden hemen emir gelirdi:
Halanın evinin damı kürünecek. Memo’yla birlikte büyük halanın evine pek
istekli giderdim. Memo da öyle miydi bilmem. Kürüdüğümüz karlar dar sokağı
doldurunca aşağıya inmek için merdiveni kullanmaz, damdan kar yığınlarının
üzerine atlardık. Çok keyif alırdık böyle yapmaktan. Damı karlardan
temizleyince çok ağır dam yuvağını bir oraya bir buraya mor toprak pekişsin
sürer dururduk. İşimizi bitirip de alttaki odasına indiğimizde Büyük hala bize
bir bardak çay bile vermezdi.
Eski
evde yalnız başına yaşayan büyük hala seksen sekiz yılının 17 Mayıs günü öldü.
Ben yalnız başına yaşayan, hayli ömür sürmüş insanların ölümüne daima acırım.
İnsan yaşlandıkça yalnız kalmaktan ürküyor. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Bu
evden hatırladığım, Büyük Halanın yalnızlığı, kar kürekleri ve dam yuvağıdır.
(Muammer ULUTÜRK, KâğıtDergi, Eylül-Ekim 2015)
(Muammer ULUTÜRK, KâğıtDergi, Eylül-Ekim 2015)