14 Eylül 2015 Pazartesi

Büyük Hala ve Kar Kürekleri

0 comments
Fotoğraf: Musa Mert


Birinci katı hatıllar arasında yerleştirilerek kerpiçle örülmüş bir yapıydı eski ev. Alt katta eli böğründeler, verevine yerleştirilen dayaklarla desteklenen çıkmalar, alt odanın ışığı zar zor alan küçük bir penceresi vardı. Üstte, sokağa bakan tek odanın hem sokak hem de avluya bakan tarafında kafesli iki büyük penceresi. Sokağa bakan en dış kapı, içerinin ve dışarının görülmesine izin vermeyen penceresiz yüksek duvarların çevrelediği dış bahçeye açılırdı. Bu bahçenin hemen bitiminde evin avlusuna açılan ikinci bir kapı. Cümle kapısı denen bu kapıdan büyük bahçeye çıkınca kuyu çıkardı karşınıza. Tulumbadan su çekmek çok keyifliydi. Sokağın alt kısmında, bahçeye bakan tarafta büyükçe bir asma ve bahçe tarafında da derme çatma bir aşanası vardı. 
Evin hatıllarını, dilmelerini karşı dağdan kesip getirmişler. Kocaman ardıç ağaçları bunlar. Ardıç çok nazlı bir o kadar da sağlam bir ağaçtır. Bu kadar büyük olduklarına göre birkaç asırlık olmalıydılar. Üst kata, avludan on basamaklı bir merdivenden çıkılırdı. Kapıdan girince küçük bir mutfak, sağında da bu sıcak oda. Büyük Halanın nadiren dışarıya çıktığı bu odanın orta yerinde tandırı vardı. Güzde, kışta kim üşümüşse ayaklarını içine sokar, üzerine de battaniye çekerdi. Kış günlerinde sıcacık olurdu büyük halanın odası. Uykusu gelmeyenin uykusu gelirdi altı taş, üstü kerpiç çatısız evin bu odasında. Nasıl olur da akmazdı damları onca karın altında anlamak zordu. Damlara alta sızdırmasın diye serilen çakıllı mor toprak engel olurdu galiba. Karşıdaki duvarda boylu boyunca gömme bir dolap. Ortası raflı aynalık. İki yanı göç için. Yatak yorgan konan bu yere göç dolabı denirdi.
Bu odanın yan tarafındaki ot evine saman balyaları ile bahardan yahut yazdan kalma yeşil otlar konur, bunlar kış gelince hayvanlara yedirilirdi.  Her mevsim ot kokardı bu aralık. Buraya hayatımda gördüğüm en dik ve çok basamaklı ahşap bir merdivenle çıkılırdı. Ot evinin altında, abbaralara benzeyen aralığından da sokağa. Kapısı hayli ilginçti. Kapı düzeneğindeki deliğe parmağınızı sokar şakını düşürürdünüz. Buradan Hacılar sokağına atardınız adımınızı iki basamaktan çıkarak. Hacılar sülalesinin hepsi sofu idiler. Veya öyle görünmeyi severlerdi. Yaşlısı genci vakit namazlarında camide olurlardı. Kimi rençber, kimi marangoz. Bu ailenin erkekleri sert bakışlı adamlardı nedense. Bunlardan sadece babamın dayısı Süleyman güler yüzlü bir adamdı. Pek heybetli, iri yarı, uzun boylu. Beyaz namaz takkesi her daim başında olurdu. Uzun beyaz sakalları ile çocukluğumun kitaplarında resmini gördüğüm Mimar Sinan’ı aklıma getirirdi. Sokakta bir de Elmacı nene vardı. Adını ben uydurmuştum Hacer nenenin. Onların santral tarafında kocaman elma ve armut veren ağaçları vardı. At arabaları ile bahçelerine gider gelirlerdi.
Büyük hala sokağa bakan pencerenin önüne oturur, gelip geçene bakar, akrabanın yahut sokak ahalisinin kendisini ziyarete gelmeleri için bekler durur. Çocuk gelirse onları sever, sakladığı şekerleri ikram eder. Büyüklerle pek geçinmez. Roman kahramanı gibi büyük hala. Aksi, kara kuru, çoğu zaman sevimsiz biri. Bana, ne zaman öldüğünü bile hatırlamadığı kocası Himmet’in fotoğrafını göstermişti bir keresinde. Tek bir fotoğraf. Seferberlik zamanında çekilmiş. Himmet cakalı, fiyakalı kalın burma bıyıklı biriymiş gençken. Halayı şehirde sinemaya filan götürürmüş. Bu anlattığı, halanın kendisinden sonraki iki nesil için bile neredeyse ulaşılamaz şeylerdi o vakitler.
Kış gelince çok kar yağardı. Amcamın oğlu Memo’yla bana evden hemen emir gelirdi: Halanın evinin damı kürünecek. Memo’yla birlikte büyük halanın evine pek istekli giderdim. Memo da öyle miydi bilmem. Kürüdüğümüz karlar dar sokağı doldurunca aşağıya inmek için merdiveni kullanmaz, damdan kar yığınlarının üzerine atlardık. Çok keyif alırdık böyle yapmaktan. Damı karlardan temizleyince çok ağır dam yuvağını bir oraya bir buraya mor toprak pekişsin sürer dururduk. İşimizi bitirip de alttaki odasına indiğimizde Büyük hala bize bir bardak çay bile vermezdi.
Eski evde yalnız başına yaşayan büyük hala seksen sekiz yılının 17 Mayıs günü öldü. Ben yalnız başına yaşayan, hayli ömür sürmüş insanların ölümüne daima acırım. İnsan yaşlandıkça yalnız kalmaktan ürküyor. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Bu evden hatırladığım, Büyük Halanın yalnızlığı, kar kürekleri ve dam yuvağıdır. 
(Muammer ULUTÜRK, KâğıtDergi, Eylül-Ekim 2015)