29 Aralık 2013 Pazar

Meram'ı seller basardı eskiden

Meram'ı seller basardı eskiden, 
Selçuk, 22 Mayıs 1946

29 Kasım 2013 Cuma

İtburnu, Yonuzeriği, Yabanarmudu…

 İsmail Detseli'den...

Yüce rabbimiz yarattığı canlıların yaşamlarını sürdürebilmesi için sayısız nimetler halk etmiş ve onların hizmetine sunmuştur. İşte bu nimetlerden faydalanabilmek için ekip dikmek bakım yapmak ve sonrasında faydalanmak insanoğlunun elinde. İnsanoğlu emek verip yetiştirirken bazı mahlukat da onun emek çektiği nimetlerden nasiplenecekler. Bu da Allah’ın bir lütfudur.

Hasad zamanı dedik de neleri hasad edeceğiz şimdi. Ya güzden yağmurla ya kurak iken yağmur öncesi ya da baharla toprağa ekilen tohumlar Temmuz Ağustos aylarında büyür olgunlaşır hasat başlar. Bunlar en önemli yaşam kaynağı olan buğday, arpa, nohut, mercimek gibi tahıl ve bakliyat ürünleridir. Bütün bunları bitirdikten sonra en iyi hasad ise bu mevsimde olan hasattır. Hasat edilen şeyler tabiri caiz ise yazın hasat edilen ekmek maddesinin garnitürü yani salatasıdır. Vitamin ve şifa kaynağı ile dolu sebze ve meyve ve sebzelerin kimisi toprağın altında kimisi de üstünde olur.

Yakın zamanda gittiğim köyümün insanları harıl harıl yağmur yaş olmadan yetiştirdikleri ürünlerin hasadı ile meşguldüler. Bunları tarlasından bahçesinden hasad edip evine taşırken de atalarından gördüğü insanlık ahlakına, adabına göre işlerler. Ne gibi? Örneğin ister köylü olsun isterse yabancı olsun yolda, belde kime rastlarsa o hasad ettiği cevizinden, elmasından, armudundan, kavun, karpuzundan mutlaka o insanlara az da olsa verip ölmüşlerinin ruhunu şad etmeyi onları da bıraktıkları mallarının ürünlerinden nasiplendirmeyi yeğlerler.

Toprağın altında yetişen soğan patatesin yanında şimdi toprağın üstündeki o şifalı meyvelerin de toplanarak kimini olduğu gibi kışa saklarken kimilerini marmelat veyahut da başka bir şekilde değerlendirirken küp ve çömleklere doldurup saklanır, kıştan bahara ihtiyacı karşılar…

Bunların en önemlileri arazilerimizin başında kendiliğinden yetişen gülburnu (itburnu veya kuşburnu da denir) yabanarmudu (ahlat da denir) alıç işte bunarı kışa hazırlarken uzun süreli faydalanabilmek için armutların sap ve çöpleri ayıklanır, kurutulur, taze iken tüketildiği gibi kış için armut kurusu yahut armut turşusu olarak saklanıp tüketilir.

Yine insanların boğaz hastalığında çok yararlı olan bir meyve de yaban eriğidir. Yörede yonuzeriği de denir. Bu meyvenin şimdi olgunlaşmış zamanıdır. Onu da hasad edip kışa saklamak çok önemlidir. Gülburnu önce beyaz ve sarı renkli gül açıp sonra gülü kuruyunca olgunlaşan, güzün hasad edilen C vitamini yüklü meyve, kuru olarak saklanıp çay gibi kaynatıp içilirken bilge analarımız tarafından bir büyük haranıda kaynatılarak sıvı hale getirilirdi. Ardından sıkıştırılıp bir ince tülbentten süzülür bir gün güneşte bekletildikten sonra temizce bir küpe, çömleğe konur bahara kadar pratikçe hoşaf yapımında kullanılırdı. Köyde hala bu teknik ve yöntemle yapanlar var. Bu ürün çok leziz ve aynı zamanda vitamin yönünden kuvvetlidir de.

Alıçtan bahsedelim… Bu sene bizim köy tarafında pek yok ya… Yıl seçiyor ya da üşümüş olmalı… Köylüler çiçek zamanında soğuk oldu üşüdü diyorlar. Bu vitamin yüklü meyve de çok harika bir şifa kaynağı… Bundan uzun süreli faydalanabilmek için yine tecrübe konuşur… Bu konuda ellerine su dökülemeyen atalarımızın bize bıraktıkları bilgilerden faydalandık hep. Alıçları samanın arasına sererdik. O samanın içerisinde hiç özelliğini kaybetmeden ertesi yıl yenisi çıkıncaya kadar bozulmadan beklerdi, ben iyi hatırlarım.

Halk dilinde adaçayı olarak bilinen bizim yörede yaylalarda yetiştiği için dağ çayı denilen kışta grip doktoru sayılan çay otunun hasadı da bugünlerde olur.
Böbrek taşı düşürmeye ve daha bir çok hastalığa şifa olan ve bizim bahçelerimizde bolca yetişen gılabba (glabura) olgunlaştı ama o biraz daha soğuğu görmesi lazım hasad yapmak

ÜRÜSÜMDÜ, DEĞİLDİ…

Benim yeni yetiştiğim 1950’li yıllarda kavun karpuzu köyde ekmezdik. Niçin ekmediğimizi sorunca da atalarımız “ürüsüm değil” derlerdi. Yani adet değil bu, görgü yok bizim köyümüzde denirdi. Yani bir şeyin bir yörede yapılmamasına “ürüsüm değil” denirdi.

Hatunsaray divleği çok meşhurdur. İşte biz de bu meşhur divleği köyümüzün ormanı bol olduğu için dağdan getirdiğimiz odunları merkeplere sarar tam 17 km yolu kat edip Hatunsaray’a gider oradan o odunla okkası okkasına kavun karpuz değişir köye getirirdik. Sonraları 1955-56’larda ürüsüm edindik. Köyümüzün arazisine kavun karpuz ekmeye başladık. Ne de iyi etmişiz de başlamışız. Bu ürüne hevesli olan topraklarımız öyle bir karpuz kavun verdi ki hem devasa büyüklükte idi hem de çok lezzetli tatlı idi.

Önceleri köyün uzaktaki kumsal arazilerine ekip yetiştirdik. Sonraları arazilerimizin köye daha yakın yerlerine de ekmeye başladık. Her yerde yetişti bu ürünler. Köyden bize son hasad zamanı olunca irili ufaklı kavun ve karpuz ikram ettiler hanımın kardeşleri. Amanın nasıl bir koku nasıl bir lezzet nasıl bir tat, inanın yemesine bile doyum olmuyor. Allah’ım tadı halen damağımda duruyor sanki. O doğal ürün olan karpuzları kesince kiminin içi kırmızı kiminin sarı hem görsel olarak hem de lezzet olarak bambaşka bir tadı vardı.

Patatesler domatesler biberler soğanlar organik. Katkı yok, gübre yok hepsi de doğal tadında. Soğan yapısı gereği oldukça acı, gözleri yaşartan cinsten. Patates ocağa top olarak vurunca karnı yarılıyor adeta kepeksi bir hal alıyor. Tuza banıp yemesi harika. Soğan ile top pişmiş patatesi peynirle birlikte bazlamaya sıkarak yemesine derman yetmez. Size de tavsiye ederim. Bulun yeyin, afiyet şifa olsun...
http://www.memleket.com.tr/itburnu-yonuzerigi-yabanarmudu-17927yy.htm

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Eski Bir Gazete Haberi

Konya Zaman Gazetesi, 27 Ocak 1961

Meramdere Elektrik Santralının İlk Fotoğrafları







30 Haziran 2013 Pazar

LORAS VE EBERDES YAYLASI



 İsmail Detseli'nin bir yazısından...

Konya’mızın türkülerine konu olan, efsanelerinde adı sıkça geçen Konya’ya batı yönünden bir kartal edasıyla bakan ünlü dağı Loras ile tanışmam 1970’li yıllarda oldu. Aslında benim doğup büyüdüğüm köyüme yol takip etmeden dağlardan gidilirse azami 15- 20 km. kadar bir mesafe vardır. Çocukluğumdan beri gezme fırsatı bulamadığım, havası güzel tavşanı kekliği bol olan bu efsane dağı 10 yıllık gurbet hayatından sonra tekrar köyüme, yuvama dönüp de av merakım depreşmesinden sonra, yakından tanıma ve avlanma imkanına kavuştum. İyi ki de bulmuşum. Yoksa o güzellikleri, o avları, o tarihi manastırını, zirvesindeki yalçın kayalarını, kuzeyindeki bol sulu derelerini nereden bilecektim?
Küçücük yaşlarımda ismini hafızama kazımış, merak eder olmuştum. Köydeki evimin kuzeye bakan penceresine oturur o koca Loras’ı seyreder, hep düşünürdüm.
Lorastan bir bulut ağdı,
Sulu sepen karlar yağdı,
Yolcularım hanlarda kaldı
Kaldım evlerde yalınız yalınız
diye Konya’nın kocaman konağında kocası asker olmuş, çaresiz kalmış, korkuya kapılan allı gelini düşünür üzülürdüm. 1970’li yılların sonlarında köyden göçüp geldiğim Konya’dan Loras’a ulaşmam, onunla hemhal olmam daha kolaylaştı, daha sıklaştı. Bu dağın zirvesi kadar etekleri de verimlidir. Gezip görmeye değer tarihi yerleri, yaylaları, yaz kış ağılları, buralarda kışlayan yazın yayla yaylayan Konya’nın Dere Mahallesinin vefakâr insanı vardır.
Bu dere Mahallesi, eski adıyla Dere Köyü, sonraki adıyla Dere Belediyesinin insanları çok akıllı ve çalışkan insanlarmış. Nereden bu fikre sahipsin derseniz, Konya’nın batı kıyısındaki bu yerleşim yerinin Sefaköy Kasabası, Sulutas, Başarakavak ve Değirmenköy ile Çayırbağı ve kayalı köyleri arazisinin hudut teşkil etmesi bu kanıya vardırır insanı. Ayrıca bu çalışkan insanlar bu dağlara sahip oldukları gibi, Aksaray yolu üzerinde bir mevkide Kervanköy adıyla bir köy ve yakınındaki Sülemiş adındaki bir yaylada ikamet ederek buralarda da büyük ekim arazilerine sahip olmuşlar.
Şimdi biz gelelim konumuz olan Loras’ı anlatmaya. Buranın dolaplı yaylası var ki, bu yaylaya eskiden iki üç aile çıkardı yayla zamanı. Burada akarsu yoktur. Çünkü Loras, bünyesinde gizlediği tatlı sularını derinden bir yol ile Konya’ya aktarmaktadır. Konya’ya geldiğim ilk yıllarda bir bahar günü, gençliğin ve merakın verdiği hevesle avlanmak için omzumda silahım, yanımda av köpeğim ver elini Loras deyip yollara düştüm. Krom fabrikasını geride bırakıp zirveye doğru tırmandıkça iştahım arttı. Yorulmak aklımın köşesinden bile geçmiyordu ki o zamanlarda. Loras’ın doğuya bakan zirveye yakın yerindeki doğal mağarayı gözüme almıştım. Orayı çok merak ediyordum. Çünkü hiç çıkmamıştım bu ta uzaklardan kara bir efsane gibi görünen yere.
Bir taşın dibinde oturdum. Sigara içerken yakınlardan sesler gelmeye başladı kulağıma. Sesin geldiği tarafa baktım, yaylaya göçmekte olan bir yük kervanı. Eşeklere yayla yükleri yüklenmiş, inekler, danalar arka arkaya dizilmiş. Eşeklerin yükleri turfan çanak çömlek. Yani yaylada süt, yoğurt ve yağ için elzem olan şeyler. Kervanın başında Dereli hanım kardeşler var. Hepsi de cesur, mert birer erkek edası ile korkusuz yola çıkmışlar zaten. Onları yakından takip eden, davarlarını otlatarak gelen beyleri de civardalar. Bu tür yayla göçlerine alışık olmamdan dolayı o gürültünün olduğu yere doğru yürüdüm. Bir eşek, sırtındaki nazik yüke rağmen bir kayanın dibinden geçerken kayaya çarpmış devrilmiş. Lüzumlu olan edevat kırılmış, merkep de uçuruma yuvarlanmış. O kardeşler benden yardım filan istemediler. Ancak ben de bu işlerde acemi olmadığım için hemen yanlarına vardım. Yardım etmek istediğimi söyledim. Her ne kadar samimiyetimden şüphelenen hanımlar başlarındaki Dere hanımlarına has “yerveş”lerini (bu, sadece Dere kadınlarının başlarındaki eşarbın üzerine örtünüp sırtlarından ta diz altına kadar inen bir örtüdür) ağızlarına dolayıp kenara çekildiler. Ben merkebi uçtuğu yerden kaldırdım. Neyse ki onların korktuğu olmamıştı. Eşek yaralı olmasına rağmen yürüyebiliyordu. Kırık çıkık yanı yoktu. Merkebi kurtardık. Ben yoluma, onlar da yollarına gideceklerdi ki, dolap atı yok gıı? Nire getti diye birbirlerine bakışıyorlardı. Merak ettim, dolap atı nedir bacım dedim? O hengamenin arasında bacı haklı olarak bana; “şimdi anlatması uzun olur gardaşım, bir gün bu dolaplı yaylaya yolun düşerse gel, sana hem kaymak yedirelim hem de dolabı ve atı gör dediler.” Ben o gün neşeli bir av yaptım artık dağa çıktığım yerden değil de daha kuzeyinden Apa barajının gömgök görünen, ışıldayan suların yakamozlarının bana gülümsediği tarafından inmek istiyordum.

Eberdes
Aslında buraya yakın çok yayla vardı Derelilere ait. Sararlı Yaylası, Yazdağıl Yaylası gibi. Buralarda yaz kış oturan olur ama Dolaplı ve Eberdes’te daha başka ağılların olduğu yerlerde kışları oturan olmaz köye inerlerdi. Eberdes, Loras Dağının eteğinde, konumu itibarıyla birçok yere hakim bir tepedir. Kuzeyden Yazdağıl Yaylasını, doğudan Belen Başı Akyokuş tepesini, yine doğu ya bakınca Sararlı Yaylasını, baraj bağlama yerini, Dere’ye ismini veren Dere Boğazını ve ilk elektrik santralını, güneyde ise uzun bir dağ silsilesi ile köyleri gören yaylanası eğlenilesi bir yerdir.
Yeşil ekinlerin gözümü aldığı bazı yerleri, hasar görmüş bir ağılı, aynı zamanda çeşmesi olan bir güzel yeri görünce çeşme başına oturdum. Dirseğimi kafama yastık yaptım. Etrafı seyrederken bir ses duydum. “Hey avcı arkadaş! gel sana bir yorgunluk çayı vereyim” dedi. Yanına yaklaştım. En az yetmiş yaşında, aksakallı ama dinç ve zinde bir pirifani. Nerelisin diyecekti ki, baktım benim Lalebahçe de yeni yeni tanımaya başladığım komşularımdan birisi. Dereli Alettin Emmi. Şaşırdım ve “ooo Alettin emmi sen ne ararsın buralarda?” Dedim. bunu duyunca derinden bir off çekti ki ben de üzüldüm. “Oğlum Ismayıl, biliyorsun ben Dereliyim. Lalebahçeye sonradan geldim senin gibi. Ama tabi burada da çok eskileştim. Oğlum Mevlit var çoluk çocuğu olmadı. Bu gördüğün ağıl yayla benim. Buraya Eberdes yaylası deriz. Buralara kan eksen can biter, havası hoş suyu hoş. Bu tarlaları eskiden eker diker harman kaldırırdım. Şimdi gücüm yetmez oldu. Kiraya veriyorum ama buralara alışık olduğumdan bu havayı almadan, bu suların tadına varmadan yaşayamıyorum. Aklım hep bura kalıyor işte. Mevlit’e derim, beni baharda buraya getirir, birkaç gün hevesimi alırım gelir alır gider” dedi. Oturduk, sohbet ettik. Tavşankanı çayı içtik. Ayrılacaktım, “bir diyeceğin var mı Lalebahçe’ye Alettin Emmi” dedim? “Yok, çokça selam söyle herkese, ben birkaç gün daha galacağım. Odun var, ekmek var, soba var. Orada Dereli Hasan Savca’ya beni burada gördüğünü söyle. Gidi bana inanmaz, Eberdese gittim derim de”, diye tembih etti. Ardından da “Ismayıl Efendi, herkesin bir hevesi var. Sen ava meraklısın, ben de buralara hevesliyim.” “Buraların nesini özlüyorsun Alettin emmi? dedim. “Nesini özlemem Ismayıl’ım buradaki havayı, suyu. Eskiden buranın ağıllarındaki keçi gübresi bile çok meşhor idi. Gonya’da keçilerin gığısı (gübresi) Meram pelidi gibi olurdu. Adam birini eline aldı da ufaladı mı (ezdi mi) sanki eline gına yakmış gibi hissederdi. O b..un kokusu, rengi bile başkaydı” deyince, onun ne demek istediğini çok iyi anlamıştım. Sonraları Alettin Emmi daha çok yaşlandı, Eberdes’e filan gidemez oldu. Beni görünce, Ismayıl oğlum, artık yaylaya gidemez oldum. Şayet oralara gidersen benden dağına taşına kurduna kuşuna selam söyle. Soğuk sularından benim için iç” derdi. Allah onlara, oğluna, Hasan Amcaya ve bütün ölenlere gani gani rahmet eylesin. O gece eve geç geldim ama dolu gelmiştim. Çünkü av çantamda iki tavşan bir de keklik vardı. Ertesi gün mahalle bakkalına vardım. Alettin Emmi’nin oğlu Mevlit de geldi Hasan Emmi de. Ben Mevlit’e babasının selamını söyleyince, merhum Mevlit hemen; “aha işte gördün mü, şahit yanımda. Babam Eberdes’te derdim bana inanmazdın. Hay sağol gardaşım Ismayıl. Çok eyi bir habar getirdin bubamdan” diye sevinmişti.
Daha sonraları bu çok sevdiğim Dere Mahallesinden bir çok güzel arkadaşlar edindim. Bunlardan en sevdiklerim şimdi Batman üniversitesinde Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Muammer Ulutürk kardeşim, Medaş’ta yıllarca beraber çalıştığımız mesai arkadaşım Bekir Ayzit (ibişlerin Bekir) daha birçok can dostlarım var. Halen samimiyetimiz devam ediyor hepsiyle. Dere’ye olan tutkum, daha sonraları bir sevdaya dönüştü. Çünkü buradaki santralde de çalıştığım kurumun görev vermesi ile uzun süre şoför olarak çalıştım ve bu gizemli vadiye doyamadım. Şimdilerde fırsat buldukça gezmek için halen giderim.
Sonra yine bir güz mevsimi ava çıktım, Dolaplı Yayla’ya doğru uzandım. Daha yayla inmemişti ama artık köye göçme zamanı yakındı. Şöyle gerilerde durup çobanların öğleye doğru davarları ile gelmelerini bekledim. Çobanlar gelince yaylaya doğru vardım ve geriden köpekler sarmasın diye seslendim. Bir çoban gelip beni köpeklerden korudu. Yayla evine oturup misafir oldum. O ilk yaylaya geldikleri gün ki eşeğin devrilmesi konusunu açtım. Onlarda; “ha seni bekliyorduk, sen mi yardım etmiştin bizim hanımlara sağ olasın gardaşım” dediler. Evet dedim. Dolap atını merak ettiğimi söyledim. Adam beni dışarı çıkardı ve boğazında hamıt ve yanında yan kayışları bulunan bir beyaz atı gösterdi. “İşte aradığınız at bu idi. Nire gidecek? Bu yayla beyaz atı, o da bu yaylayı ve dolabı bilir. Onun için buraya gelmiş eve girmiş yerine yatmış. Kaybolmaz bizim malımız buraları bilirler” dedi ve hemen atı bir dönme dolaba koştu. Dehhh! Dedi. At başladı bir kuyu etrafında dolanmaya. O dolandıkça kuyudan su çıkıyor, yanındaki bir kurnaya boşalıyordu. İşte bu atın görevi bu akşama kadar kuyudan su çekmekti. Burada akarsu olmayınca bu suyu kullanır yaylacılar. “Peki at yorulmaz mı?” diye sordum. “Yorulunca durur, su azalınca yayladan herhangi birimiz deh deriz o dönmeye ve suyu çıkarmaya devam eder, ondan dolayı burası Dolaplı Yayla’dır” dedi, merakımı giderdi. Bacılarım verdikleri sözü yerine getirdiler, kaymak ve kaymaktan yapılmış höşmerim ikram ettiler. Yedim, onlara veda edip ayrıldım.
Bu tür hatıralar insanın benliğinde yer ediyor ve nihayet kalemle yazıya dökülürse güzelleşiyor.     
  

30 Mayıs 2013 Perşembe

Yeşil Olur Şu Konya'nın Meram'ı


Yeşil olur şu Konya'nın Meram'ı
Konyalı kız depreştirdin yaramı
Ayrılığın oku girdi bağrıma aman

Karlı dağlar yârla açtı aramı
Yüce dağlar yârla açtı aramı
Konyalı kız edâlı kız
Yaktın beni belâlı kız

Var git çoban var git hâlimi bildir
Sensiz sona erdi Konya'da bıldır
Ya gel ya da beni yanına aldır

Karlı dağlar yârla açtı aramı
Yüce dağlar yârla açtı aramı
Konyalı kız edâlı kız
Yaktın beni belâlı kız

Beste: Kadri Şençalar
Güfte: ?
Makam: Karcığar
Usûl: Sofyan



30 Nisan 2013 Salı

Vadi-yi Meram Mektebi

 Okulun açılış tarihi 1913.

1332 tarihli Konya Salnamesi ilgili sayfa

28 Şubat 2013 Perşembe

Meram Bağlarında-şiir