21 Kasım 2010 Pazar

Meramdere'de Sonbahar Renkleri

0 comments
Kurban Bayramı'nı akraba ziyaretleri ile geçirdim. 9 günlük resmi tatil (13-21 Kasım 2010) uzun gibi gözükse de :) ne çabuk bitti anlayamadık. Seneler sonra memleketten tam 1000 km. uzakta olmak hayli ilginç geldi. Bizim buralarda susuz geçen yazlar artsa da sonbahar güzel renkler aksettiriyor hala. Abaz'da dolaşıp fotoğraf çektim. Evin bahçesindeki kasımpatıları da. Harika görünüyorlardı...








9 Mayıs 2010 Pazar

Borucu Bekir Diye Biri

0 comments
Vaktiyle bizim mahallede gırnatalı-borulu, davullu-dümbekli düğünler olurdu.
Düğün evi önlerinde, -içmenin de bir usulü muhakkak vardır- içkinin tesiriyle adaba muhalif tavır ve davranış icra eyleyen birtakım insanlar, kendilerine ayrılmış masaların etrafına kurulurlar, doğrusu akşamı da bulurlardı. 25-30 sene geçti aradan.

Bu mezesi ve şişesi pek bol masaların etrafına kurulanlar, damadın yaşıtları değil, orta yaş ve üstünü temsil edenlerdi umumiyetle. Şöyle göbek bağlamış, saçları seyrelmiş, kerameti kendinden menkul bakışları ile sağa sola nazar eden, çokbilmiş adamlardı. Damadın yaşıtları utanırlardı sanırım; masaları izleyen yığınla gözün arasında olmaya cesaret edemezlerdi. Sokaktaki bu içki meclisleri sükûnetle başlar, umumiyetle de olaylı biterdi. Misal mevsim kış ise, rakıyı kaçırmış olanlar, biraz da bilerek yerlerde sürünürler, çamurlara batarlar ve akranları tarafından evlerine sürüye sürüye götürülürlerdi. Bu tür ukalalıklar, taşkınlıklar neden yapılırdı, hala anlamam. Çocuklar duvar diplerine sıralanır, ortadaki rezaleti kahkaha ile seyrederlerdi.

Seyredilen aslında, çalgıcılardı. Televizyon her evde yoktu ki. Zengin düğün sahipleri çalgı ekibi getirir, parası çok olmayanlar klarnet-davul ikilisi tutarlardı. Meraklı çocuklar, ne yapacağı belli olmayan sarhoş tehlikesine rağmen, her düğünün vazgeçilmez klarnetçisi Bekir’in yanına kadar ulaşır, onun bu işi nasıl yaptığını büyük bir merakla izlerlerdi. Bizim oralarda klarnetin adı “boru”, davulun adı “dümbek”ti. Öyle öğrenmiştik.

Boru’cu Bekir’in başka bir yere sözü varsa onun yerine Boru’cu Sabri tercih edilirdi. Borucu Bekir’i ara sıra Muhacir Pazarı’nda gördüğüm oldu. Diğerinden haberim yok. Borucu Bekir, coşku içinde günün revaçta olan şarkılarını türkülerini başını sağa sola, arkaya öne sallayarak maharetle çalar, bu sebeple de borusunun yuvarlak ucu “sanatseverlerce” para ile doldurulurdu. Dürülüp bükülen paranın Borucu Bekir’in yakasına değil de, klarnetinin uç kısmındaki genişliğe (wikipedi bunun adının kalak olduğunu yazıyor), tıkılması, anlamadığım bir mesele olarak öylece duruyor. Böyle bir durumda Borucu Bekir, esmer yüzüne yakışan bir gülümseme ile gülümser, çalmayı durdurur, kalaktan parayı çıkartıp cebine koyardı. O sırada masadakilerden yılışık, tuhaf tezahürat yapılır ve “abim benim!, Mübarek, Mustafa Kandıralı mısın!!” sesleri duyulurdu.

Artık günümüzün bizim oralardaki düğünlerinde, ev önlerinde böyle salya-sümük, aşağılık manzaralar yok. İyi ki de yok. Terk edilen yahut zamana uydurulan birkaç gelenek hariç ağırbaşlı, sakin düğünler yapılıyor. “Güvey katma” vaktinde belden çekilen tabancaların, tüfeklerin hiç olmamasını, yok olup gitmesini de dilerim. Sürüyle ölüm ve yaralama hadisesi eksik olmuyor. Gerçi geçmişte de vardı tabanca tüfek. Lakin maganda kurşunu diye tabir edilen bir şey bilinmezdi. Ya atıcılar ustaydı, ya da şimdikilerin gözü kör.

31 Mart 2010 Çarşamba

Beraberlik

0 comments
Beraberlik
Sonra Almitra tekrar konustu: 'Peki ya beraberlik? '

Ve o cevap verdi:

'Siz beraber dogdunuz ve hep öyle kalacaksiniz.
Ölümün beyaz kanatlari, sizin günlerinizi
dagittiginda da beraber olacaksiniz.

Siz Tanri'nin sessiz belleginde bile beraber olacaksiniz.

Fakat birlikteliginizde belli bosluklar birakin.

Ve izin verin, cennetlerin rüzgarlari aranizda dans edebilsin...

Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bag olmasin,
Daha ziyade, ruhlarinizin sahilleri arasinda
hareket eden bir deniz gibi olsun.

Birbirlerinizin bardaklarini doldurun;
ancak ayni bardaktan içmeyin...
Ekmeklerinizi paylasin; ama
birbirinizinkini yemeyin...

Beraberce sarki söyleyin, dans edin, cosun;
fakat birbirinizin yalnizligina izin verin;
Tipki bir lavtanin tellerinin ayri ayri olup,
yine de ayni müzikle titresmeyi bilmeleri gibi...

Birbirinize kalbinizi verin; ama digerinin saklamasi için degil;
Çünkü yalnizca Hayat'in eli, sizin kalplerinizi kavriyabilir...

Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakin degil,
Çünkü bir mabedin ayaklari arasinda mesafe olmalidir;
Ve mese agaciyla, selvi agaci,
birbirinin gölgesi altinda büyüyemez.'


Halil Cibran