Derleyen: M.ULUTÜRK
Konya'ya bir saat mesafede (Meram) tâbir olunur bir kasaba
vardır ki yazın Çelebiyan ve eşrafı mahalliye ve bazı ahali oradaki
sayfiyelerine çıkıp kışın şehre naklederlerdi. Çünkü yazın Konya'nın içi çok
sıcak olduğundan, bağa göçmek mecburiyeti hasıl olurdu. Bu âdet pek eski
olmalıdır ki, menakıb ı Hazreti Mevlâna’da Meram'a çok kere teşrif buyurdukları
ve dostları ile Ayin-i cemler icra ettikleri kayıtlıdır. Hattâ Hüsamettin
Çelebi Hazretlerinin, de bir sayfiyesi vardı. Bunu anlatmaktan maksadım şudur
ki: Bizim de Meram'da büyük bir sayfiyemiz vardı. Mahallenin üst başında
bulunduğundan mahalle halkına ait ırmak, bizim köşkün içinden geçerdi. Irmak
dahil olduğu yer ağaçlarla dolu olup, kendi tarlamıza ayrılacak ırmaklar dahi
oradan ayrıldığı cihetle orası bir su taksimi olup, bir küçük çağlayan teşkil
etmişti, işte oracıkta duvar dibine yüksecik sekmen yapıp kendime ikametgâh
yapmıştım. Bu sekmenin üç tarafı ırmakla çevrilmiş bir tarafı da duvardı. Güneş
görmediği cihetle her çiçek orada olmadığından gölgeyi seven çiçeklerle orasını
donatmıştım Bu mahal bana on seneden fazla dershanelik etti. Herkes sıcağa
dayanamadığı bir sırada, ben suyun serinliği ile ve koyu gölgede derse bakar,
yazı yazar, daha sonraları edebiyat kitaplarını okur, şiir söylerdim. Bir ceviz
ağacı oracıkta benimle beraber büyüdü. 19 Temmuz 1312 senesinde Konya'ya
gitmiştim, Meram'daki sayfiyemiz büyük valdemin ölümü ile ikiye taksim olmuş
yansı bize, yarısı amcama isabet etmişti. Fakat önüne duvar çekildiğinden benim
dershanem başka bir şekil almıştı Bu köşeye baktım, baktım beni hayli zaman
düşündürdü. Adeta hüzün verdi. Ceviz ağacı da büyük bir ağaç olmuştu. Ben bu
çağlıyan önündeki dershanemi yaptığım zaman, karış kadar bir fidan vardı.
Sonraları benim vücudum kalınlığında bir koca ağaç oldu. Daha sonra burada
kavakta yetiştirdim. Dershanemin manzarası hiç bir yer ile mukayese edilemez.
Bütün yaz, kâh çiçekler, kâh çeşitli yemişler nazarı tenezzühümü tenvir ederdi.
Dershanemden hiç bıkmazdım. Müsaade etseler gündüz yemeğini bile orada
yiyeceğim gelirdi. Mümkün olduğu kadar gündüzleri köşkümüze gitmezdim. Vaktimi
orada geçirirdim. Küçüklükten beri müsafirlerimi de orada kabul ederdim. Hattâ
bir aralık bazı talebelere orada ders okuturdum. Beni en ziyade meyus eden
yağmurlu günler idi. Çünkü o vakit sekmenin döşemeleri çarçabuk toplanır,
burada oturmak mümkün olmazdı. Dört tahta ile bir kulübe haline getirip
yağmurdan muhafaza mümkün ise de, o zaman dershanenin letafeti tabiiyesi
kalmayacaktı. Zaten yağmur akabinde sel geldiği cihetle her halde yağmurlu
günde beni orada oturtmazlardı. İstanbul'a geldiğimden bir kaç yıl önce bu
dershaneden mahrum kalmıştım. Dershanemin elimle yaptığım güzel şekli tamamen
bozulmuştu. Ara-sıra şöyle karşıdan ziyaret eder, bazı ahvali hususiyemi
yadederek, deryayı tefekküre dalardım.
Veled Çelebi İzbudak, Hatıralarım, Türkiye Yayınevi, 1946