Muammer Ulutürk’e Sorduk
30 Kasım, 2016
Editör
Bu İçerik Fikri Güzel Creative Agency Sponsorluğunda Yayınlanmıştır.
Konuşturan: Serkan Karataş
Merhabalar sayın hocam öncelikle bu söyleşi için teşekkür ederiz. Tanımayanlar için kendinizden kısaca bahsedebilir misiniz?
Ben teşekkür ederim söyleşi davetiniz için. 1969 Konya Meram doğumluyum.
Yedi göbek Konyalıyım derim nereli olduğumu soranlara. Bütün öğrenim
hayatım Konya’da geçti. İlahiyat eğitiminin ardından akademik
çalışmalarımı Dinler Tarihi üzerine yaptım. 23 yıldır eğitim camiasının
içindeyim. Halen Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri
Bilimler Fakültesi Tarih bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapıyorum.
Türkiye Yazarlar Birliği, Anadolu Fotoğraf Derneği ve Akademik Tarih
Derneği üyesiyim. Dostlarla birlikte Mahalle Mektebi dergisini
çıkarıyoruz. Kağıt adında bir edebiyat dergisinin sahibiyim. Evliyim,
eşim anasınıfı öğretmeni. Zeynep Sena ve Yasemin Nevra adlarında iki
çocuk babasıyım.
Tarihçi, fotoğrafçı, yazar ve şair kimlikleriniz var. Ayrıca
çok sayıda seyahat gerçekleştiriyorsunuz. Tüm bu uğraşların “ortak
noktası” Muammer Ulutürk’e neler katıyor?
İddialı sıfatlardan uzak durmaya çalışıyorum. Sözgelimi fotoğraf
sanatçısı değilim. Sanat değeri olan görüntüleri kaydetmek derdindeyim.
Şiirler yazdım çokça, yayımladım bir kısmını ama bu beni şair yapar mı
bilemem. Çok seyahat ettiğim doğru. Bazen iş vesilesiyle bazen de
planlayarak geziler yapıyorum. Japonya’dan Gürcistan’a, Filistin’den
İspanya’ya kadar birçok ülkeyi gördüm. Türkiye’de de öyle. Özellikle
Batman’da olduğum süre içindeki seyahatlerim Türkiye’nin bütün
parçalarını bütünüyle görmeme imkan verdi. Bu çok önemlidir. Güneydoğu
hakkında hiçbir bilgisi, hatta ilgisi olmayanların bölgenin sorunları
hakkında konuşuyor olmalarını hiç önemsemiyorum. Seyahat notlarımı bazı
dergilerde, bir kısmını Mahalle Mektebi’nde yayımladım. Bütün bunların
ortak noktası şu: Fotoğraf gördüğüm yerde fotoğraf çekiyorum. Fotoğraf
insanı detaylarla ilgilenmeye götürür çünkü. Kaybolup gidecekmiş gibi
görünen kültür varlıklarına, mesleklere, mekanlara dair düzgün bir arşiv
elde ediyorsunuz. Seyahatler yazılara dönüşüyor, yaşadığınız yerin
kıymetini iyi biliyorsunuz. Türlü türlü kültürlerden insanları tanıma
fırsatınız oluyor. Tarih çalışmaları makalelere veya kitaplara yansıyor.
Her biri ayrı kategoriler olsa da etrafınıza ilginizi arttırıyor
yaptıklarınız. Geniş bir bakış açısı kazandırıyor yani.
Uzun zaman Batman’da kaldınız. “Hah Köyünde Bir İkindi Vakti”
şiirinizde oradan izlekler görüyoruz. Bu dört lisanda da “amin”
denilmesine rağmen, günceli tarihçi gözüyle nasıl okuyorsunuz?
Evet orada beş yıldan fazla kaldım. Üniversite yeni kuruluyordu. Gelen
davete olumlu cevap verdim. Bir taraftan derslere girerken diğer
taraftan Sosyal Bilimler Enstitüsünün kurucu müdürlüğü dahil bir dizi
yönetim görevlerinde yer aldım. Batman’da bulunduğum süre içinde gerek
proje bazlı gerekse alan araştırması maksadıyla Güneydoğu Anadolu’nun
birçok yöresinde mezralara varana kadar çalışmalarım oldu. Süryanilerle,
Yezidilerle ve Mıhallemi Araplarla ilgili alan araştırmaları ve
yayınlar yaptım. Bu süre içinde Diyarbakır-Batman-Mardin hattında güzel
insanlarla tanıştım. Halen görüşüyorum birçoğuyla. Hah, Midyat’a bağlı
bir köy. Bir hafta sonu fotoğraf çekmek için gittiğim köyün manastırında
zeytinliklere karşı oturup çay içiyorduk. Üç din ve dört lisandan
insanlar vardı masanın etrafında. Nasıl bir araya gelmiştik bilmiyorum.
Köyde yazı geçirmek için Almanya’dan gelen bir Süryani rahip, burayı
ziyarete gelen bir Yezidi Kürt, şimdi milletvekili olan bir Arap ve bir
Türk yani ben bir aradaydık. Manastırın hemen arkasında caminin minaresi
görünüyordu. Olup bitenler hakkında konuşurken, Allah bu millete, bu
devlete zeval vermesin dediğimde herkes aynı anda amin demişti. Amin her
dilde aynı. Dedim ki, hepimizin coğrafyası, vatanı burasıdır,
Türkiye’dir. Bizler burada dostça oturup çayımızı içiyoruz. İçimize
fesat karıştıranlara taviz vermedikçe bu güzel sohbetler devam etmez mi?
Bu şiirin ilham kaynağı işte bu sahne oldu.
Yine bu toplumun ortak kültürü olan “ahilik ve vakıf” gibi
meseleleri ele alıyorsunuz. Sahi şu an “yerelden küresele bir model”
inşaa edecek yetilerimiz mevcut mu hala?
Biz bir vakıf medeniyetiyiz. Tarih boyunca iyi anlamış ve uygulamışız
bunu. Ahilik kardeşlik, vakıfsa sende olanı kendisinde olmayanla
paylaşmak demek. On üçüncü yüzyıl Türkiye’sini, kökleri İslam’ın ilk
yıllarına uzanan bu dinamizm ihya etti. Hayırda yarışanlar daima var ve
olacaklar da. Bizi bize bıraksalar öyle bir modeli yeniden inşa ederiz.
15 Temmuz darbesini alt eden insanımız gelecek için bizi ümitvar ediyor
her konuda.
Biraz da son kitabınızı konuşalım. Vadi-i Meram fikri epeydir
vardı sanırım. Kitaba gelen tepkiler nasıldı? Onun ötesinde Muammer
Ulutürk kitaptan sonra neler hissetti?
Vadi-i Meram, Eski Konya Merkez ilçesinin yıllar önceki köyü, sonra
kasabası ve son 36 yıldır mahallesi olan Meram Dere’nin arşiv
belgelerinde yüzyıllardan beri kullanılan adı. Bu ad yeniden verilse
güzel olur şüphesiz. Uzun zamandır hem Meram hem de vadinin tarihi ve
kültürel özelliklerine dair ne bulursam arşivliyordum. Fotoğraflar, kadı
sicilleri, belgeler, okul arşivleri, belediye arşivleri, Eski Konya
gazeteleri, kitaplar, makaleler.. Rahmetli annem çok yardımcı oldu.
Derlemelerin bir kısmı kendisinden hatıradır. Bizim tarih öğrencilerine
hep diyorum. Ailenizin, köyünüzün, şehrinizin bir cüzünün takipçisi olun
bunları muhakkak yazın diye. Ayrıca sözlü tarih çalışmaları ile
insanlarla görüşmeler yapıyor bunları kaydediyordum. Yerel tarih
çalışmalarında sözlü malzemenin kaydı olmazsa olmazlardandır. Bunları
iki ayrı blogda toplayıp internette yayımlıyordum. Yeterli bir hacme
ulaşınca kitap haline geldi. Geçtiğimiz Mayıs ayında Çizgi yayınlarından
çıktı. Ben de aslına bakılırsa bir hayalimi gerçekleştirmiş oldum.
Kitap bir yerel tarih çalışması olunca özellikle Konya kültür ve
tarihine katkıları olan araştırmacılardan, yazarlar tarafından
beğenildi. Yerel tarih çalışmaları ilgili kurumlarca muhakkak destek
görmelidir diyorum. Kitabı kendi imkanlarımla yayımladım. Böyle
olmamalıydı.
Fotoğrafçılık özelinden sorarsak, birçok yerde bulunmuş biri
olarak; bu ülkenin emsali olmadığını söylüyorsunuz. Peki bu ülkeden
başarılı bir fotoğrafçı olmaya aday gençlere neler tavsiye edersiniz. Bu
toprakların mayası ile harmanlanmak profesyonel ya da amatör hangi iş
olursa olsun, nasıl olmalı?
Bu soruya cevap vermeden önce Kurucuları arasında yer aldığım Anadolu
Fotoğraf Derneğinden bahsetmem isabetli olur. Soruyla bağlantılı olacak
çünkü. Derneğimiz tabela derneği gibi çalışmadı hiçbir zaman. Ülkemizin
değerlerini önce kendimize sonra dünyaya açacak işler yapmalıyız dedik.
Maddi menfaat gözetmedik. Devlet kurumlarının pek çoğunun yapmadığını
yaptık. Ülkemizin o kadar güzel coğrafyaları var ki, bunların ciddi
tanıtım eksiklikleri mevcut. Önceliğimiz Türkiye oldu bizim. Ben
Batman’a yerleştikten sonra merkezi Ankara’da bulunan derneğimizin bütün
etkinliklerini Türkiye’nin batısından doğusuna taşıdık. Diyarbakır
Eğil, Elazığ Palu, Midyat, Hasankeyf, Mardin, Van, Bahçesaray ve Hakkari
Cilo Dağlarını kapsayan fotomaratonlar, paneller ve fotoğraf
yarışmaları düzenledik. Ülkemizin tanınmış fotoğrafçılarını bir araya
getirdiğimiz etkinliklerden oluşan arşivleri bize destek olan kurumlara
verdik. Bütün amacımız Türkiye’yi fotoğrafçıların vizöründen anlatmak,
insanları kaynaştırmak ve dünyaya tanıtmak düşüncesi üzerine oturuyordu.
Bunlarla birlikte derneğin diğer çalışmalarını 20’ye yakın ilde,
Kırgızistan’da ve İtalya’da Anadolu temalı olarak sergiledik. Önümüzdeki
Aralık ayında Üsküp’te 10 fotoğrafçı olarak tematik sergi açacağız.
Bireysel olarak arkadaşlarımız Rusya’da, Fransa’da, İsviçre’de,
Macaristan’da, Şili’de, Venezuella’da, Bolivya’da Anadolu’yu tanıtan
sergiler açtılar. Ayrıca Avrasya Türk Fotoğrafçılar Birliğini oluşturmak
için çalışmalar yürütüyoruz. Bununla biz sadece Türkiye’yi tanıtma
amacı taşıyan işler yapıyoruz demek istemiyorum. Bu ortak amacımızdı.
Bütün arkadaşlarımızın fotoğrafta farklı ilgi alanları var.
Şimdi sorunuza gelelim. Fotoğraf çok eğlenceli, öğretici, güzel zaman
geçirmenizi sağlayan, digital imkanların artması ve çeşitlenmesiyle
kolay ulaşılabilir bir alan. Her gün milyonlarca fotoğraf çekiliyor ve
bunlar sanal ortamlarda yayımlanıyor. Bugünün dünyasında bütün
insanların belki de nadir ortak yönlerinden biri. Fotoğrafla yeni
tanışıp iyi işler çıkarmak isteyenler eğitim almalılar. Konya bu konuda
münbit bir şehrimiz. Birkaç tane dernek ve kurslar var. Çok fotoğraf
izlemek, ferdi ya da kurumla birlikte fotoğraf gezilerine çıkmak bilgiyi
arttıracaktır. Sonra zaten ciddi eğilimi olan herkes kendine sevdiği
bir kategori seçiyor. Portre, manzara, makro veya ornito gibi. Ama
ülkemizin değerlerini göz ardı etmesinler.
Son olarak aşağıdaki kelimeler sizin için ne ifade ediyor hocam? Birer cümle ile duyabilir miyiz?
*Konya: Hititlerden beri başkent. Daima başkent. Doyduğumuz, bağrımıza basmamız lazım gelen şehir.
*Çocukluk: Fotoğraf makinem olmadığı zamanlarda bile fotoğraflarını çektiğim, pek de özlem duyduğum.
*Kitap ve Okumak: Öğrendikçe cehaletimizi ortaya çıkaran dostlar.
*İmece: Prehistorik dönemden beri birbirimizi tamamladığımız.