Türbeönü ve Benim
İki Meram’ım
Muammer Ulutürk
“Yeşil olur şu Konya'nın Meram'ı
Konyalı kız
depreştirdin yaramı
Ayrılığın oku
girdi bağrıma aman”
Benim iki Meram’ım var.
İlki, şahsıma ait tâbirle “Has Meram.”
İkincisi, kitabıma adını verdiğim “Vadi-i
Meram.”
Has Meram, kökleri Selçuklu zamanlarına
uzanan mahallelerden oluşur ki, seyyahların, şairlerin anlattığı yer burasıdır.
Tarihi köprü civarı, Kürden, Selam, Tavusbaba yamaçları, Yorgancı, Selver ve
Çandır mevkileri Has Meram’a dahildir. Meramlı, buralarda oturanlara denir.
Vadi-i Meram’da, Köyceğiz’de, Yaka’da oturanlara Meramlı denmez.
Vadi-i Meram, Konya’nın batıya açılan
kapısıdır. Ortasından Meram çayının akıp gittiği, tepelerin, dağların arasından
uzanıp giden upuzun, yeşil vadidir.
Her Konyalının iki muradı vardı vaktiyle.
Türbeönü’nde evi, Meram’da bağı olmak. Türbeden kasıt Mevlana dergâhıdır. Ben
bu iki muradı görenlerden biri oldum. Türbeönü’nde dükkânımız vardı. Vadi-i
Meram’da da Meram çayına uzanan, üç sekili bahçesi olan, iki katlı, mâbeynli,
tahtaboşlu evimiz.
Türbeönü ve civarı, çocukluğumda bana bir
sürü adlar ve mekânlar hediye etmiştir. Sultan Selim, Yusuf Ağa, Şair Hasan
Rüştü, Ayan Bey, Alaaddin, Fenni Fırın, Altun Aba bunlardandır. Sokağımıza adını
veren Şair Hasan Rüştü’nün (d.1870-ö.1936), Şair Eşref’in yakın arkadaşı
olduğunu çok sonradan öğrendim. 1870 yılında Ermenek’te doğmuş. İlk tahsilini burada
yaptıktan sonra Konya’da dört yıl medrese tahsilinin ardından 1889 yılında
İstanbul’a gitmiş. 1922 yılından sonra yazılarını Babalık Gazetesinde yazmaya
başlayan şair, ömrünün son yıllarını otel ve han odalarında hastalık ve
parasızlıkla geçirip Konya’da zatürreden ölmüş. Hikâyesi pek acıklı gelir bana.
Türbeönü’nden Alaeddin’e giderken, eski
Sümerbank mağazasının sağına döndüğünüzde Fenni Fırın’a giden cadde üzerindeydi
dükkanımız yetmişli yıllarda. Şimdi çift yönlü olan ve Aziziye adı verilen
cadde, o zamanlar dar bir sokaktan ibaretti. Burası Şair Hasan Rüştü sokağıdır.
Pürçüklü mahallesinin önemli bir cüzünü teşkil eder. Mahallenin, üzeri kamış
çelenleri olan kerpiç duvarlarının birbirini ayırdığı eski evleri, ahşap
kapılardan girilen bu evlerin küçük hayatlarında gölgelik (mundar) ağaçları,
Hasan Çalıkoparan Amca’nın evi ve demir atölyesi, Tabelacı Necdet’le komşumuz
Tabelacı Turan’ın dükkanları buradaydı. Babamın diğer ahbapları Boyacı Yakup’un,
Matbaacı İsmail’in, erken yaşta vefat eden leblebici Hasan Amca’nın mis gibi
kokan dükkânları da. Halıcılar, antikacılar hep buradaydı. Bir de ikindi
vakitlerinde bu dükkânlardan günlük kısmetlerini almaya gelen mezcupları olurdu
sokağın. Demirci Hasan onları dükkanında toplar, yedir içirir, ceplerine
harçlıklarını koyar gönderirdi. Hiçbirini inciten olmazdı onların. İsimlerini
saydığım çelebi insanlardan hiçbiri hayatta değil şimdi. En son Babamın
kardeşliği Demirci Hasan vefat etti.
Fahri Özparlak’ın Türbeönü’nün daha eski
zamanlarına dair yazdıklarına bakarak buradaki mahallelerin eski Konya’nın
kalbi olduğunu anlamak kolay oluyor: “Türbeönü, has Konya evlerini bağrında
toplayan bir semtimiz. Bir zamanlar orada ev sahibi olmanın ayrıcalık sayıldığı
“Türbeönü’nde evi, Meram’da bağı, attan inmez, üstü kirlenmez” tekerlemesinin
boşuna söylenmediği yer. Mevleviler ile birlikte zenginler ve eşraf Türbeönü”nde
ev sahibi olabilmek için adeta yarışırlardı. 1880 tarihli, düz yazının çeşitli
örneklerini toplayan ve Konyalı bir molla tarafından kaleme alınan yazma bir
kitapta, “inşa defteri’nde Türbeönü civarındaki oturma birimleri sayılırken
Civar mahallede 127 eşik, Durak Fakı mahallesinde 86 eşik, Sarıhasan
mahallesinde 110 eşik, Piripaşa mahallesinde 142 eşik, Dedemoğlu mahallesinde
79 eşik, Zincirli de 244 ve Dolap mahallesinde 243 eşik bulunduğu belirtiliyor.
Burada eşikten maksat ev veya hanedir. Bu tarihi belgeden anlaşılıyor ki
Türbeönü ve civarı yüz sene önce yoğun bir nüfusa sahip bulunuyor.”
Türbeönü’nde evi, Meram’da bağı olan fârimez” demişler. Türbeönünde evi,
Meram’da bağı olmak bir Konyalı için dünyalığı tamamlamak gibi bir şeydi.”
Sokağın güney tarafı Aziziye Camiine
gider. Bolu Lokantasına birkaç basamaktan inilirdi. Mis gibi etliekmek kokan
lokantanın ortasında fıskiyeli küçük bir havuz ve kaytan bıyıklı, kibar bir
şefi vardı hatırladığım. Şimdiki gibi tahtaların üzerine konulup servis edilen
neredeyse masa uzunluğunda etliekmek yapılmazdı. Türbeönü’nden Vali konağına,
İstanbul caddesinden Aziziye’ye, Eski Buğday Pazarından Kapu Camiine kadar
geniş alanda yapılırdı alışverişler. Ticarethanelerin güngörmüş esnafı, her
şeyin kolaylıkla bulunmadığı bir dönemde insanların ihtiyaçlarını elden
geldiğince karşılarlardı. Güler yüzlü komşusuyla, esnafıyla Şair Hasan Rüştü
sokağında da öyle. Kanaat ehli onca insan sokaktaki bir dükkânda buluşur
mevsimin öğle rızkı neyse onu paylaşırdı. Cuma namazları muhakkak Selimiye’de
kılınır, tanıdık tanımadık kimselerin cenazelerine iştirak edilir oradan
Musalla’ya gidilirdi. Türbeönü böyle bir yerdi.
Has Meram’a dönelim. Meram adının
tesmiyesine dair birbirinden çok farklı belki de hiçbiri isabetli bulunmayan
görüşler mevcut. Demişler ki mesela, Konya adı İkonium’dandır. İkon, İsa ve
annesi Meryem’le ilişkili olduğuna göre Meram Meryem’den gelir. Kimi de bu adın
Selçuklularda bir beyzade olan Şah Meram adlı tarihi bir şahsiyetten geldiğini
ileri sürmüş. Tarihi şahsiyet ise bir izi olmalı. Hiç yok. Kaldı ki bu ad,
şahmerana oldukça yakın, Meram’a hayli uzak. Kimi de Mir-i âb ile ilişkili
görmüş. Mir-i âb su beyi demek. Bunlar Meram’ın kuzey tarafında Köyceğiz’de
oturan kimselerdi. Bana kalırsa bu ad; arzu, istek, amaçtan gelen meram ile
ilgilidir.
İstanbul’un Kağıthanesi ne ise, Mevlana
Celaleddin ile Çelebi Hüsameddin günlerinde bir Konyalı için de Has Meram odur.
Lale Devrinde İstanbul’un zevk ve eğlence yeri Sadabad köşkleri ne ise Has
Meram’ın çelebi konakları da odur. Burası vaktiyle Meram Bağları adıyla bilinen
mesireliktir. Selçuklular, Karamanlılar ve Osmanlılar zamanında hayli ilgi
görmüştür. Muzaffer Erdoğan’ın dediğine göre, Şeyh Galib’in bir Meram gazeli
var. 1781 yılında ana-babasının hilafına Konya’ya gelip de Dergâh’ta Seyyid
Ebubekir Garibi Çelebi’ye intisap ile çileye soyunduğu vakitlerde yazmış. Demiş
ki, “Meram, cennetteki güllüğün herkese duhulü memnu bulunan masun ve muhterem
bir mahal ve köşesidir. Bundan dolayı melekler bu aşk evine her halde gıpta ve
haset etmekten kendilerini men edememektedirler.”
Bir yabancı bana Meram Bağları nerede
sorusunu soracak diye korkarım. Meram’a ve bağlarına kıyılmıştır aslında. Selçuklu
usulüyle düzenlenmiş bu bağlar 60’lı yıllarda üzümlere musallat olan
hastalıklar sebebiyle geriledi. Sonra düzleştirilip parseller haline getirilip
evler yapıldı. 70’lerden sonra neredeyse kalmadı. Varsa da bunlar yeni
yapılaşmalarla yok olup gittiler. Oysa vakti zamanında bütün Konya ve çevresi
üzüm bağlarıyla doludur. “Eski Konya”
bir “Bağ Denizi”nin ortasında bir ada gibiydi. “Kadim Şehir” bağlarla
kuşatılmıştı. Milyonlarca çubuk, binlerce dönüm bağ. Üzümün yaşı, kurusu,
pekmezi Konyalının yazın kışın ekmeğinin katığı..” der Seyit Küçükbezirci. Ekim
ayında olgunlaşan üzümler, bu mevsimde bozulurdu. Sonra pekmez kaynatılırdı
kocaman haranılarda.
Anadolu’da 1200 çeşit üzüm yetişirmiş. Cins
üzümleri vardı Has Meram’ın. Dimnit, Büzgülü, Aladiriz, Kadınparmağı, Gemri,
Mutlus gibi. Büzgülü mesela, kalın kabuklu olduğundan kışın yenmek üzere ya
kamışlar arasına konulur yahut evlerin izbelerinin tavanına çivi çakılarak
asılırdı. Dimnit, Selçuklu bergüzarıdır, dokunsanız yarılıverecek kadar ince
kabuklu, güneşe tutsanız içi rahatlıkla görülebilen lezzetli bir üzüm. Konik
salkımlı, erkenci bir üzüm çeşidi. Sofralık olarak ve ayrıca pekmez yapımında
kullanılır. Çekirdekli siyah kuru üzüm bu çeşitten yapılır. Aladiriz de
Selçuklu bergüzarıdır. Üzüm cinslerinin içinde, bana göre en rahiyalı ve
lezzetlisidir. Gevrek, kırmızıya çalan pembe renkli bu üzüm tıpkı dimnit gibidir,
içi görülür. Fakat çok naziktir. Ömrü uzun olmaz nedense. Pazarda çarşıda bulamazsınız.
Gut, beyazdır, bal peteğini andırır, içi içe girmiş taneleri olur. Ak üzüm sert
kabuklu, sarımtırak üzümdür. Konik salkımlı, yuvarlak, yeşil-sarı taneli, 2-3
çekirdekli, şıralık-sofralık bir türdür. Kadınparmağı, genellikle sofralık
olarak taze ya da kurutulmuş şekilde kullanılan silindirik biçimli bir beyaz
üzümdür. Narindir, yeşil-sarı renkli, uzun tanelidir. Ak üzüm, Meram ve Hatıp
yöresinde bulunan, küçük salkımlı, yeşil-sarı renkli, küresel taneli, 1-2
çekirdekli, sofralık bir çeşittir. Bu endemik türler belki de üç-beş asmada
kaldılar. Yazık olmuştur Meram’a, bağlara. Bağları diriltip yeniden ayağa
kaldıracak bir vefa isteriz Meram’ı yönetenlerden.
Meramlılar, kasım sonlarına kadar şehre
inmezlerdi. Bunun sebebi “gazel suyu”dur. Güz aylarında dere boyundaki çeşitli
ağaçlardan dökülen altın renkli gazeller çay suyuyla buluşur, suya ayrı bir
lezzet ve rayiha katardı. Çaydan alınıp küplerde dinlendirilen su testilere
alınırdı. Gazel suyu, pınar sularına tercih edilirdi. İşte bu suyu içmeden
şehre dönmezdi Türbeönü’nde evi olanlar.
Has Meram’ın bir de “mâverde” gülü vardı
vaktiyle. Nefis kokar bu mâverde. Gül reçeli yapılan bu nadir gülün de nesli tükenmek
üzeredir. Konya’da gülün her renklisini yetiştirirlerdi. Hatta mor ve siyahı bile.
Bunların içinde maverde, hepsinden alâ ve ranâ idi. Ali Işık, Konyalı Âşık
Şem’îden naklederek şöyle der: “O, meşhur (çiçek destanı)ında bu bahse girerek
der ki:
Bahusus
tülüşah kendisi bizzad
Kadife
kaftan giymiş veziri kat kat
Beyaz
gül, sarı gül, âşıka hayat
Maverde
gül olmuş bunlara sultan
Bahar deminde Meram’ın gölgeli
koruluklarında, (gedâbâd)ın getirdiği gül kokuları arasında, şöyle tatlı tatlı
bir âlem geçmenin zevkine doyum olmazdı. Bu zevke eren eski Konya Defterdarı
şair Ali bir şiirinde:
Güller
açılmış da sümbül zülfün etmiş târümâr
Yâr
gelsün deyü el açmış dua eyler çınar
Sayesinde
oturup bir dilberi eyle kenâr
‘Iyş
ü işret etmeye gel kim Meram’ın vaktidir
diye
ehli keyfi davet etmektedir. Geçmişte Konya'nın sathını kaplayan gül bahçeleri,
günümüzde küçülmüş küçülmüş, bir avuç tutkununun bahçe duvarları arasına
sıkıştırılmıştır. Mantar gibi türeyen dev beton bloklar ise ne bir gül silueti,
ne de bir nefesçik rayihasına izin vermiyorlar artık.”
Çelebi Hüsameddin, Mevlana Celaleddin’in
yakın dostu, sırdaşıdır. Çelebinin Hümam bağı Maarif değirmenine yakın bir
yerdedir. Burası Vadi-i Meram’dadır. Mevlana ile yakınları sıkça buraya
gelirler, sema meclisleri ve şiir toplantıları yaparlarmış. Mevlana işte bu
Hümam bağında Mesnevisinin çoğunu yazdırmış Çelebi Hüsameddin’e. Vadi-i Meram’ı
şöhretli yapan hususlardan biri budur. On ikinci yüzyılın başlarında Konya’yı
anlatan Kitabu’l-işarat fi ma’rifet-i ziyarat adlı eser burayı şöyle tarif
ediyor: “Konya, batı sonundaki iki çatal dağların doğu eteğine yakın düz yerde
akarsulu, bağlı ve bahçeli bir şehirdir. Cenub tarafında ol dağların eteğinde
Meram nam bahçeleri ve mesiresi olup dağdan şehre ve Meram’a nehirler akar.” Vadi-i
Meram’a dair yeni bahisler açmaktan sarf-ı nazar edeyim. Uzunca hasbihal ettik
kitabımızda.
Bütün bunlar, kaybolup gitmiş Türbeönü ve
Meram’ın eski yaşantıları, mahalleleri, evleri, sokakları nerede diye soran bir
Konyalının bilmem kaçıncı defa yazdığı notlarından biri olarak kalır
belleklerde umarım.
Mahalle Mektebi Dergisi (Mayıs-Haziran
2016, 30. Sayıdan)
0 comments:
Yorum Gönder