31 Ağustos 2016 Çarşamba

Türbeönü ve Benim İki Meram’ım

0 comments



Türbeönü ve Benim İki Meram’ım
Muammer Ulutürk

 “Yeşil olur şu Konya'nın Meram'ı
Konyalı kız depreştirdin yaramı
   Ayrılığın oku girdi bağrıma aman”

Benim iki Meram’ım var.
İlki, şahsıma ait tâbirle “Has Meram.”
İkincisi, kitabıma adını verdiğim “Vadi-i Meram.”

Has Meram, kökleri Selçuklu zamanlarına uzanan mahallelerden oluşur ki, seyyahların, şairlerin anlattığı yer burasıdır. Tarihi köprü civarı, Kürden, Selam, Tavusbaba yamaçları, Yorgancı, Selver ve Çandır mevkileri Has Meram’a dahildir. Meramlı, buralarda oturanlara denir. Vadi-i Meram’da, Köyceğiz’de, Yaka’da oturanlara Meramlı denmez.

Vadi-i Meram, Konya’nın batıya açılan kapısıdır. Ortasından Meram çayının akıp gittiği, tepelerin, dağların arasından uzanıp giden upuzun, yeşil vadidir.

Her Konyalının iki muradı vardı vaktiyle. Türbeönü’nde evi, Meram’da bağı olmak. Türbeden kasıt Mevlana dergâhıdır. Ben bu iki muradı görenlerden biri oldum. Türbeönü’nde dükkânımız vardı. Vadi-i Meram’da da Meram çayına uzanan, üç sekili bahçesi olan, iki katlı, mâbeynli, tahtaboşlu evimiz.   

Türbeönü ve civarı, çocukluğumda bana bir sürü adlar ve mekânlar hediye etmiştir. Sultan Selim, Yusuf Ağa, Şair Hasan Rüştü, Ayan Bey, Alaaddin, Fenni Fırın, Altun Aba bunlardandır. Sokağımıza adını veren Şair Hasan Rüştü’nün (d.1870-ö.1936), Şair Eşref’in yakın arkadaşı olduğunu çok sonradan öğrendim. 1870 yılında Ermenek’te doğmuş. İlk tahsilini burada yaptıktan sonra Konya’da dört yıl medrese tahsilinin ardından 1889 yılında İstanbul’a gitmiş. 1922 yılından sonra yazılarını Babalık Gazetesinde yazmaya başlayan şair, ömrünün son yıllarını otel ve han odalarında hastalık ve parasızlıkla geçirip Konya’da zatürreden ölmüş. Hikâyesi pek acıklı gelir bana.

Türbeönü’nden Alaeddin’e giderken, eski Sümerbank mağazasının sağına döndüğünüzde Fenni Fırın’a giden cadde üzerindeydi dükkanımız yetmişli yıllarda. Şimdi çift yönlü olan ve Aziziye adı verilen cadde, o zamanlar dar bir sokaktan ibaretti. Burası Şair Hasan Rüştü sokağıdır. Pürçüklü mahallesinin önemli bir cüzünü teşkil eder. Mahallenin, üzeri kamış çelenleri olan kerpiç duvarlarının birbirini ayırdığı eski evleri, ahşap kapılardan girilen bu evlerin küçük hayatlarında gölgelik (mundar) ağaçları, Hasan Çalıkoparan Amca’nın evi ve demir atölyesi, Tabelacı Necdet’le komşumuz Tabelacı Turan’ın dükkanları buradaydı. Babamın diğer ahbapları Boyacı Yakup’un, Matbaacı İsmail’in, erken yaşta vefat eden leblebici Hasan Amca’nın mis gibi kokan dükkânları da. Halıcılar, antikacılar hep buradaydı. Bir de ikindi vakitlerinde bu dükkânlardan günlük kısmetlerini almaya gelen mezcupları olurdu sokağın. Demirci Hasan onları dükkanında toplar, yedir içirir, ceplerine harçlıklarını koyar gönderirdi. Hiçbirini inciten olmazdı onların. İsimlerini saydığım çelebi insanlardan hiçbiri hayatta değil şimdi. En son Babamın kardeşliği Demirci Hasan vefat etti.

Fahri Özparlak’ın Türbeönü’nün daha eski zamanlarına dair yazdıklarına bakarak buradaki mahallelerin eski Konya’nın kalbi olduğunu anlamak kolay oluyor: “Türbeönü, has Konya evlerini bağrında toplayan bir semtimiz. Bir zamanlar orada ev sahibi olmanın ayrıcalık sayıldığı “Türbeönü’nde evi, Meram’da bağı, attan inmez, üstü kirlenmez” tekerlemesinin boşuna söylenmediği yer. Mevleviler ile birlikte zenginler ve eşraf Türbeönü”nde ev sahibi olabilmek için adeta yarışırlardı. 1880 tarihli, düz yazının çeşitli örneklerini toplayan ve Konyalı bir molla tarafından kaleme alınan yazma bir kitapta, “inşa defteri’nde Türbeönü civarındaki oturma birimleri sayılırken Civar mahallede 127 eşik, Durak Fakı mahallesinde 86 eşik, Sarıhasan mahallesinde 110 eşik, Piripaşa mahallesinde 142 eşik, Dedemoğlu mahallesinde 79 eşik, Zincirli de 244 ve Dolap mahallesinde 243 eşik bulunduğu belirtiliyor. Burada eşikten maksat ev veya hanedir. Bu tarihi belgeden anlaşılıyor ki Türbeönü ve civarı yüz sene önce yoğun bir nüfusa sahip bulunuyor.” Türbeönü’nde evi, Meram’da bağı olan fârimez” demişler. Türbeönünde evi, Meram’da bağı olmak bir Konyalı için dünyalığı tamamlamak gibi bir şeydi.”

Sokağın güney tarafı Aziziye Camiine gider. Bolu Lokantasına birkaç basamaktan inilirdi. Mis gibi etliekmek kokan lokantanın ortasında fıskiyeli küçük bir havuz ve kaytan bıyıklı, kibar bir şefi vardı hatırladığım. Şimdiki gibi tahtaların üzerine konulup servis edilen neredeyse masa uzunluğunda etliekmek yapılmazdı. Türbeönü’nden Vali konağına, İstanbul caddesinden Aziziye’ye, Eski Buğday Pazarından Kapu Camiine kadar geniş alanda yapılırdı alışverişler. Ticarethanelerin güngörmüş esnafı, her şeyin kolaylıkla bulunmadığı bir dönemde insanların ihtiyaçlarını elden geldiğince karşılarlardı. Güler yüzlü komşusuyla, esnafıyla Şair Hasan Rüştü sokağında da öyle. Kanaat ehli onca insan sokaktaki bir dükkânda buluşur mevsimin öğle rızkı neyse onu paylaşırdı. Cuma namazları muhakkak Selimiye’de kılınır, tanıdık tanımadık kimselerin cenazelerine iştirak edilir oradan Musalla’ya gidilirdi. Türbeönü böyle bir yerdi.

Has Meram’a dönelim. Meram adının tesmiyesine dair birbirinden çok farklı belki de hiçbiri isabetli bulunmayan görüşler mevcut. Demişler ki mesela, Konya adı İkonium’dandır. İkon, İsa ve annesi Meryem’le ilişkili olduğuna göre Meram Meryem’den gelir. Kimi de bu adın Selçuklularda bir beyzade olan Şah Meram adlı tarihi bir şahsiyetten geldiğini ileri sürmüş. Tarihi şahsiyet ise bir izi olmalı. Hiç yok. Kaldı ki bu ad, şahmerana oldukça yakın, Meram’a hayli uzak. Kimi de Mir-i âb ile ilişkili görmüş. Mir-i âb su beyi demek. Bunlar Meram’ın kuzey tarafında Köyceğiz’de oturan kimselerdi. Bana kalırsa bu ad; arzu, istek, amaçtan gelen meram ile ilgilidir.

İstanbul’un Kağıthanesi ne ise, Mevlana Celaleddin ile Çelebi Hüsameddin günlerinde bir Konyalı için de Has Meram odur. Lale Devrinde İstanbul’un zevk ve eğlence yeri Sadabad köşkleri ne ise Has Meram’ın çelebi konakları da odur. Burası vaktiyle Meram Bağları adıyla bilinen mesireliktir. Selçuklular, Karamanlılar ve Osmanlılar zamanında hayli ilgi görmüştür. Muzaffer Erdoğan’ın dediğine göre, Şeyh Galib’in bir Meram gazeli var. 1781 yılında ana-babasının hilafına Konya’ya gelip de Dergâh’ta Seyyid Ebubekir Garibi Çelebi’ye intisap ile çileye soyunduğu vakitlerde yazmış. Demiş ki, “Meram, cennetteki güllüğün herkese duhulü memnu bulunan masun ve muhterem bir mahal ve köşesidir. Bundan dolayı melekler bu aşk evine her halde gıpta ve haset etmekten kendilerini men edememektedirler.”

Bir yabancı bana Meram Bağları nerede sorusunu soracak diye korkarım. Meram’a ve bağlarına kıyılmıştır aslında. Selçuklu usulüyle düzenlenmiş bu bağlar 60’lı yıllarda üzümlere musallat olan hastalıklar sebebiyle geriledi. Sonra düzleştirilip parseller haline getirilip evler yapıldı. 70’lerden sonra neredeyse kalmadı. Varsa da bunlar yeni yapılaşmalarla yok olup gittiler. Oysa vakti zamanında bütün Konya ve çevresi üzüm bağlarıyla doludur.  “Eski Konya” bir “Bağ Denizi”nin ortasında bir ada gibiydi. “Kadim Şehir” bağlarla kuşatılmıştı. Milyonlarca çubuk, binlerce dönüm bağ. Üzümün yaşı, kurusu, pekmezi Konyalının yazın kışın ekmeğinin katığı..” der Seyit Küçükbezirci. Ekim ayında olgunlaşan üzümler, bu mevsimde bozulurdu. Sonra pekmez kaynatılırdı kocaman haranılarda.

Anadolu’da 1200 çeşit üzüm yetişirmiş. Cins üzümleri vardı Has Meram’ın. Dimnit, Büzgülü, Aladiriz, Kadınparmağı, Gemri, Mutlus gibi. Büzgülü mesela, kalın kabuklu olduğundan kışın yenmek üzere ya kamışlar arasına konulur yahut evlerin izbelerinin tavanına çivi çakılarak asılırdı. Dimnit, Selçuklu bergüzarıdır, dokunsanız yarılıverecek kadar ince kabuklu, güneşe tutsanız içi rahatlıkla görülebilen lezzetli bir üzüm. Konik salkımlı, erkenci bir üzüm çeşidi. Sofralık olarak ve ayrıca pekmez yapımında kullanılır. Çekirdekli siyah kuru üzüm bu çeşitten yapılır. Aladiriz de Selçuklu bergüzarıdır. Üzüm cinslerinin içinde, bana göre en rahiyalı ve lezzetlisidir. Gevrek, kırmızıya çalan pembe renkli bu üzüm tıpkı dimnit gibidir, içi görülür. Fakat çok naziktir. Ömrü uzun olmaz nedense. Pazarda çarşıda bulamazsınız. Gut, beyazdır, bal peteğini andırır, içi içe girmiş taneleri olur. Ak üzüm sert kabuklu, sarımtırak üzümdür. Konik salkımlı, yuvarlak, yeşil-sarı taneli, 2-3 çekirdekli, şıralık-sofralık bir türdür. Kadınparmağı, genellikle sofralık olarak taze ya da kurutulmuş şekilde kullanılan silindirik biçimli bir beyaz üzümdür. Narindir, yeşil-sarı renkli, uzun tanelidir. Ak üzüm, Meram ve Hatıp yöresinde bulunan, küçük salkımlı, yeşil-sarı renkli, küresel taneli, 1-2 çekirdekli, sofralık bir çeşittir. Bu endemik türler belki de üç-beş asmada kaldılar. Yazık olmuştur Meram’a, bağlara. Bağları diriltip yeniden ayağa kaldıracak bir vefa isteriz Meram’ı yönetenlerden.

Meramlılar, kasım sonlarına kadar şehre inmezlerdi. Bunun sebebi “gazel suyu”dur. Güz aylarında dere boyundaki çeşitli ağaçlardan dökülen altın renkli gazeller çay suyuyla buluşur, suya ayrı bir lezzet ve rayiha katardı. Çaydan alınıp küplerde dinlendirilen su testilere alınırdı. Gazel suyu, pınar sularına tercih edilirdi. İşte bu suyu içmeden şehre dönmezdi Türbeönü’nde evi olanlar.

Has Meram’ın bir de “mâverde” gülü vardı vaktiyle. Nefis kokar bu mâverde. Gül reçeli yapılan bu nadir gülün de nesli tükenmek üzeredir. Konya’da gülün her renklisini yetiştirirlerdi. Hatta mor ve siyahı bile. Bunların içinde maverde, hepsinden alâ ve ranâ idi. Ali Işık, Konyalı Âşık Şem’îden naklederek şöyle der: “O, meşhur (çiçek destanı)ında bu bahse girerek der ki:

Bahusus tülüşah kendisi bizzad
Kadife kaftan giymiş veziri kat kat
Beyaz gül, sarı gül, âşıka hayat
Maverde gül olmuş bunlara sultan

Bahar deminde Meram’ın gölgeli koruluklarında, (gedâbâd)ın getirdiği gül kokuları arasında, şöyle tatlı tatlı bir âlem geçmenin zevkine doyum olmazdı. Bu zevke eren eski Konya Defterdarı şair Ali bir şiirinde:

Güller açılmış da sümbül zülfün etmiş târümâr
Yâr gelsün deyü el açmış dua eyler çınar
Sayesinde oturup bir dilberi eyle kenâr
‘Iyş ü işret etmeye gel kim Meram’ın vaktidir

diye ehli keyfi davet etmektedir. Geçmişte Konya'nın sathını kaplayan gül bahçeleri, günümüzde küçülmüş küçülmüş, bir avuç tutkununun bahçe duvarları arasına sıkıştırılmıştır. Mantar gibi türeyen dev beton bloklar ise ne bir gül silueti, ne de bir nefesçik rayihasına izin vermiyorlar artık.”

Çelebi Hüsameddin, Mevlana Celaleddin’in yakın dostu, sırdaşıdır. Çelebinin Hümam bağı Maarif değirmenine yakın bir yerdedir. Burası Vadi-i Meram’dadır. Mevlana ile yakınları sıkça buraya gelirler, sema meclisleri ve şiir toplantıları yaparlarmış. Mevlana işte bu Hümam bağında Mesnevisinin çoğunu yazdırmış Çelebi Hüsameddin’e. Vadi-i Meram’ı şöhretli yapan hususlardan biri budur. On ikinci yüzyılın başlarında Konya’yı anlatan Kitabu’l-işarat fi ma’rifet-i ziyarat adlı eser burayı şöyle tarif ediyor: “Konya, batı sonundaki iki çatal dağların doğu eteğine yakın düz yerde akarsulu, bağlı ve bahçeli bir şehirdir. Cenub tarafında ol dağların eteğinde Meram nam bahçeleri ve mesiresi olup dağdan şehre ve Meram’a nehirler akar.” Vadi-i Meram’a dair yeni bahisler açmaktan sarf-ı nazar edeyim. Uzunca hasbihal ettik kitabımızda.

Bütün bunlar, kaybolup gitmiş Türbeönü ve Meram’ın eski yaşantıları, mahalleleri, evleri, sokakları nerede diye soran bir Konyalının bilmem kaçıncı defa yazdığı notlarından biri olarak kalır belleklerde umarım.

Mahalle Mektebi Dergisi (Mayıs-Haziran 2016, 30. Sayıdan)