31 Mart 2016 Perşembe

Loras Dağı

1 comments


Loras; Reşit Tangut’a göre sahralık, bozkırlık anlamına gelmektedir. Loras’ın ilk zirvesinde bir manastır ve bir sarnıç kalıntısı bulunmaktadır. Özellikle VI. yüzyılda bu tür manastırlar, yeni keşişler yetiştirmek için okul görevi de görmekteydiler. Ancak binanın tarihi çok daha eskidir. Kalıntılar Roma ve Bizans dönemleriyle tarihlendirilebilir. Manastırın yapı tarzıyla, definecilerin kazılarından çıkan küp parçaları böyle bir yargının kanıtlarıdır. Kuzey yönünde kale duvarını andıran büyük taş duvarın küçük bir kısmı yıkılmıştır. Ancak duvarın geriye kalan kısmı sağlamdır.  
Manastırın hemen yanında sekiz-on taş basamakla inilebilen bir kar sarnıcı vardır. Yapısı düzgün taşlarla yapılmış olup kemerlidir. Gilisira’da Katırini denilen kemerli mağara, Konya’daki üç adet buzhane ve Ihlara Vadisi üzerinde bir dizi kayadan oyma kilise bu sarnıcın benzerleridir. Kapının tam karşısında büyük bir oyuk, tavanda ise kar doldurmak için açılan bir baca vardır. Burası manastırda kalan keşişlerin su gereksinimlerini karşılayan bir tür kar ve su deposudur. Sarnıç tamamen toprağa gömülüdür. Alanı ortalama olarak 70-80 metrekaredir. Yuvarlak bir plana sahip sarnıcın zemin ile tavan arasındaki yüksekliği 5-6 metredir. Dağda su kaynağı ve izi yoktur. Ancak Altınapa yönünde ve düzlükte İncesu yaylasında bir su oluğu ve bir akarsu vardır.  
Loras’ın güney kesiminde bulunan büyük mağara, deniz düzeyinden yaklaşık 1500 metre yüksekliktedir. Önü açıktır. Boyutları 40x40 metre olup, yüksekliği ise 15-20 metredir. Mağaranın içinde ağaçlar, ısırgan otları ve çimler vardır. Sağ tarafında oyuklar, oyukların üstünde ise, dikine giderek içeriye serin hava veren dar bir havalandırma tüneli göze çarpar. Burada bülbül ve serçe türünden küçük kuşlar yaşamaktadır. Mağaranın içinde ustalıkla işlenmiş Roma dönemine ait bir sütun başı bulunmaktadır. Bazalttan yapılmış, maden eritmek için kullanılan ve Roma dönemine ait bir kuyumcu potasının parçaları dikkat çekmektedir. Mağaranın orta yerlerinde definecilerin kazılar yaptıkları anlaşılmaktadır. Kazı yerinden küp parçaları ve insan kemikleri bulunmuştur. Küp parçaları, Roma döneminde içlerine ölü konulup toprağa gömülen elemanlardır. Mağaranın giriş kısmı taş duvarla örülü iken şimdi bu duvar yıkılmış durumdadır. Bu kanıya varmak için giriş kısmında yığılı duran taşları görmek yeterlidir. Bu mağaranın Frigler zamanında bir mabet olarak kullanıldığı düşünülebilir. Çünkü Frigler ulu dağlara, yüksek kayalıklara ve kutsal bildikleri taşlara tapınmaktaydılar.[1]


4 Mart 2016 Cuma

Meram ve Konya'ya Dair Şiirler

0 comments



 Meram'a Medhiye

“Getirmiyor dile hiç, arzuyu bağı vatan,
Safavü neş’ei haletfezayı bağı Meram.
Bütün Meram’ım icra ederken anda müdam,
Eder mi Konya’lı terkü fedayı bağı Meram…”
(Ali Muhlis Bey-Konya Defterdarı, d.İstanbul,1811-öl 1852,?)


**
90 Kıtlığına Destan


1.                                                                    2.
Bin ikiyüz doksan gelmedi bahar,           Esat paşa gibi gelmedi Vali,
Kullar kusurunu çekecek zahar,              Beş vakit duacı ona ahali,
Niyazım hakkadır, hem leylünahar,        Fukaraya muin olsun kemali,
Sair yıla nişan oldu bu sene.                     Arslan paşa medar oldu bu sene..
3.                                                                    4.
Baştan azdı, yine Bakkal esnafı,               Gözler kaldı, fukaranın malında,
Büyüğün, küçüğün yoktur insafı,                        Kimi odun, tezek çeker, dalında,
Yılda fasulyenin olmazdı lafı,                   Molla hünkaroğlu kendi halinde,
Okkası dört kuruşu çıktı bu sene..           Odunsuz, kömürsüz kaldı bu sene.
5.
Meram bağı oldu, tahtalı dağı,
Kesip yaktılar, pelit ve kavağı,
Verdiler hayvana odun ufağı,
Meram’da sahrasız kaldı bu sene…

(Konyalı Şair Matlubî, öl. 1888 Konya) 

**

“Konya altı saat, gitgel Konya altı saat
demişler bu değişmez.
Eski köyde yeni adet hiçbir zaman uyuşmaz,
İster kese, ister kısa üç saate erişmez,
Çünkü Konya altı saat neylen gitsen yetişmez,
Erde gitsek, geçte gitsek varmazmıyız Konya’ya,
Göğe çıksak, ay’a gitsek dönmezmiyiz dünya’ya,
Hızlı giden tez yorulur, sonunda kalır yara,
Jet’le gitsek, at’la gitsek altı saat Konya’ya…”

(Mehmet Baki Bolulu,

28 Mart 1969 tarihli “Yeni İstanbul gazetesinden)

**
Takkeli Dağ 
“Güneşin son olarak açdığı titrek yerine,
Erguvani, sarı, mor, pembe, yeşil renklerine,
Sanki medfun gibidir, kalbi derinden derine,
Ebedi zulmetle ağuş, uzanır, Takkeli Dağ...”
(Mucib Avni)