31 Mart 2015 Salı

ÇUBUĞUM YOK YOL ÜSTÜNE UZATAM

0 comments
Çubuğum yok aman yol üstüne uzatam aman
Takatim yok yar yolunu gözetem
Menendin yok aman seni kime benzetem aman

Ya sen gel buraya ya ben varayım
Çeşmeden testileri ben doldurayım

Ört yarim yazmayı boylu boyunca
Ben saramadım sarsın eller doyunca

Bu yıl meyva çoktur dallar götürmez
Dağlar diken olmuş kervan oturmaz
Buna sevda derler sitem götürmez

Ya sen gel buraya ya ben varayım
Elmas kadehleri ben doldurayım

Ateşim yanar da dumanım tütmez aman
Yarimin hayali gönlümden gitmez
Benim bu derdime derman kar etmez aman
Ya sen gel buraya ya ben varayım
Çeşmeden suları ben doldurayım

Oba kalkar yayla yayla oturur aman
Kara çadırlara direk vurulur
Yar bekleyen gönül çabuk yorulur aman
Ya sen gel buraya ya ben varayım
Elmas kadehleri ben doldurayım

Hangi obadasın hangi eldesin aman
Hangi dikendesinnn hangi güldesin
Gönül yanıp arar seni nerelerdesin aman
Ya sen gel buraya ya ben varayım
Elmas kadehleri ben doldurayım

Yukarda yazmış oluğum türkünün dörtlüklerini nerede ve ne zaman duysam veya söylesem tam 53 yıl kadar öncelere giderim mazideki gezdiğim yaşadığım dağları ağaçları doğayı çektiğim yokluk ve sıkıntıyı yaşayamadığım çocukluğumu hatırlar o günleri adeta tekrar yaşarım gözlerim buğulanır geçmişi hatırlarım ama yine de bu günkü halime binlerce şükrederim. Değerli dağların bekçisi Osmanlının banisi yaylaların özgür insanları bu gün sizlere geçmişteki çobanlık arkadaşlarımı Ali ağaları hacce anaları elif abaları hatırımda kalanları anlatacağım.

Yaşım 12 veya 13 köyümün en uzak ve yüksek dağlarında köyümüzün eve akşamları gelip gitmeyen dağlarda yatıp otlayan yoz sığırı olarak tabir ettiğimiz hayvanlarını 3 çoban arkadaşımla keşik olarak ücreti ile otlatmaktayız. Bulunduğum dağların ismi çoş yatağı Gökbel gediği Çoğarap dağı sırtları. Vakit öğleye doğru bir davar sürüsü yakınıma gelip artık sıcaktan yavaş yavaş daima alışıla geldiği gölgelik dağın kayalıklarla sarılı bedenine doğru çekilmekte olan benim otlatmakta olduğum sığır sürüsüne karışıverdiler.

Bu karışma dağlarda çok olağan bir şey değildi. Çünkü genelde davar sürüleri sığırlardan uzak durur onları çiğnediği otları beğenmez ve onları boynuz ve tekme darbelerinden çekinirler sığırların bu davar kısmı bilhassa keçiler erinde büyük alerjisi vardır. Gerçi benim sığır sürüsüne karışan keçilerinde sığırlardan pek farkları yoktu hepside neredeyse sığırların boylarına yakın erkeçler seyisler ve kıl keçilerdi. Adeta aygır gibilerdi. Onlar ormanın çalısını dikenini otunu yerken bile insana bir güven ve huzur verirlerdi. İşte ben bu keçileri sığırın içersinde hayretle seyrederken o gün yanımdaki çoban arkadaşımın yokluğu ve yaşımın da oldukça küçük oluşu bu gizemli ulu ve sarp dağlarda içerime ister istemez bir hörf (korku) veriyordu.
Bu keçi sürüsünün bir göçer Yörük malı olduğunu her hallerinden anlayabiliyordum çünkü o yıllarda bizim köy ve civar köylerde böyle iri davar sürüsü yoktu bizim oraların malları daha ufak ve tiftik cinsi keçilerdi.
Ben bu sürünün çobanı nerdedir bu mallar başıboş mu otluyor diye tereddüt ederken şöyle derinden yanık yanık bir ses duydum sese doğru kulak verip yaklaştım. O sırada zaten fıtratına uymayan sığır ve davar sürüleri de birbirinden ayrılıp ters yönlere doğru otalamaya başladılar. Sese yaklaştıkça çok yanık içten ve ağlatıcı bir figan şeklinde gibi geldi söylenişi bana dinledim gizlice işte bu yukarıdaki türkünün dörtlüklerini söylüyordu yaklaşık yirmili yaşlarda olan bir Yörük çoban hem de bazen ağladığı da oluyordu. Ben hiç bu ahengi bozmadım ve onun uzaklaşarak çan seslerini derinleştirmekte olan keçi sürüsünü onu tarafına doğru çeviriverdim. Benim sığır sürülerimde her gün geleneksel olarak öğle sıcağında çekildiği dağın eteğindeki gölgeli kayalıklara doğru yönelmişti. Öğle saati yakındı sanırım saate bakmak mı? Oda ne saat ne arar o zaman bizim gibi çobanlarda filan bizde değil köyün insanlarında bile çok nadir kişilerde var saat insanlar güneşin gölge edişinden tahmin ederlerdi vaktin öğle ikindi akşam olduğunu bu tahminlerde tecrübeden olsa gerek tam çıkardı hani.
Türkü çığıran Yörük hacı Ahmat benim ayak seslerimi duyunca sırtını yaslamış olduğu kayadan doğruldu ve türküye de son verdi. Hafifçe yerinden doğrulup bana puslu gözlerle bakarak gel çoban dostum gelll dedi ve ekledi. Anacığımın azığıma gattığı çökelek sıkmalarını afiyetiler yeyivirelim hunları (şunları) dedi çıkardı azığında olanları. Ben hacı Ahmadın samimi ve içten davranışına güvenerek,
ağa be o demin yanık yanık çığırdığın türküleri bir daha çığırıver de dinleyelim benim çok hoşuma getti o türküler ne olur dedim.
Olur, ağam olurda aç ayı oynar mı dil söz söyler mi? Hu sıkmaları yiyelim soğna barabar söyleyelim dedi. Ben hemen 200 metre kadar uzağımızda dağın böğründen fışkıran su kaynağından bir koşuda torbamdaki çömleğe buz gibi suyu doldurup geldim ağamda sıkmaları hazır etmişti.
Çökelek sıkmalarını iştahla yedik buz gibi kaynak suyunu da üzerine içtik Ahmat ağam belindeki kuşağından çıkardığı pafun dabakasından birde cıgara doladı cebinden bir kese çıkardı içersindeki ay şeklindeki çelik demiri alıp yine yanında taşıdığı keskin sert mermer taşının (düğen dişi) üzerine koyduğu ufak bir kav denilen madde ile çeliği taşa sertçe vurunca çıkan cınga kav ı tutuşturdu Ahmat ağam onu cıgaranın ucuna değdirdi hızlıca iki nefes çekti duman ağzından vapurdumanı gibi çıkıyor ağamda kendine geliyordu. Bana dönüp ağam benim davarlarda hangırda(nerde)dedi? Ağa şöyle ileriye gettileridi ben onları çevirip geldim aha şuracıkta yakınımızda otluyorlar deyip sürüyü gösterdim.
Bana dönüp ağam heya senin adın nedir? Ismayıl yahu hadi biz yörüğüz de sen neden küçücük çoban oldun? Valla ağam ben mecburi oldum babam hasta kardeşlerim var 5 kardeşiz anneme yardım aileye buğday kazanmak için çobanım dedim.
Ama içimde hala o yanık türkülerin hevesi vardı. Bir daha üsteledim adının iyice hacı Ahmat olduğunu ve yörelerinde obalarında dedesine hacı olduğu için hacı Ahmat dediklerini ve babasının da dede ismini buna verdiğini onun için obada güccüklüğünden beri hacı Ahmat dendiğini söyledi.
Ben ağa hadi yahu o türküyü bir daha çığır.
Tamam, ağam dedi ve etrafımızda tek tük bulunan yaban armutlarına ve yaban eriklerine bakarak dallarındaki yüklü meyveye işaret edip.
Bu yıl meyve çoktur dallar götürmezzz aman dedi. Çomağını çevrede bulunan büyük bir diken e çarparak
Dağlar diken oldu da kervan oturmazzz.
Nede olsa onlarda göçerdi dağın çok dikeni kuraklık habercisi derler bunun için onları bu durum rahatsız ederdi. Dikenin bolluğu otun azlığına işaretti.
Ardından, buna sevda derler sitem götürmez aman
Ya sen gel buraya ya ben varayım
Pınardan testileri ben doldurayım deyince yine ağlamaya başladı için için besbelli Ahmat ağam zevdalıydı.
Bende içlendim, dağların ıssızlığı garipleştirir insanı bende bir hoş olmuştum kendimi tutamıyor bende ağlıyordum. Sordum Ahmat ağam bu kadar neye dertleniyon? Sorma küçük çoban ısmayıl gardaşım ciğerim derinden kökünden yanıyooo kökünden valla. Neden ağam?
Neden olacak bubam gara Memet bu yıl beni sevdiğim gız Elif ile evereceğidi obamızdan kör Rüstemin gızı idi Elif bacın bir birbirimize gücükten yangınız onunla her sene de beraber çıkarız göçe Anadolu topraklarına.
Bubam Elif’i bana isteyince kör Rüstem den onunda inadı duttu gızı virmedi.
Ee ağa heçmi vermeyecek sana gızı dedim?
Bilmem soğnam verecekmi gerçi tamda virmem dememiş emme, azıcık aralık kapı burakmış. Gardaşım ne yapayım ben geciken aşk ı ağam bizimki bizden gediyorrr.
Ne gediyor ağam anlamadım hasta filanmı Elif abam?
Yok garam yok gençlik gediyo gençlik dedi.
Elindeki çomağı yere doğru uzatıp başladı içten söylemeye.
Çubuğum yok yol üstüne uzatam aman yerini yönümü belli etmek için çubuğu yola uzatacak kızda o çubuktan bulacak sankı sevdiğinin izini aklı öyle Ahmat ağamın
Takatim yok yollarını gözetem yorulmuş sevdiği Elif gızın aşkından eli kolu bağlı dahası takati kalmamış beklemeye.
Menendin yok seni kime benzetem aman obada çok gızlar var ağam emme Elif’im bi dane onun heç eşi menendi yok o ayrı bir gözel diyor.
Ve devam ediyor, ya sen gel buraya ya ben varayım. Ahmat ağamın dediğine göre o yaz kör Rüstem ayrı sarmış göçünü ayrı yerlere gitmiş sırf bunlardan elifi uzak dutmak için Ahmat gelen gidene sormuş sevdiğini elifimin göçü hangıra (ne tarafa) doğru gitti deyi emme bir cuvap alamamış kimselerden.
Sen gel içeceğimiz suları aşk şarabı gadehlerini ben doldurayım deyi yanık yanık söyleyyor.
Biz bu hüzünlü muhabbete devam iderken sanki o davar ve sığır sürüleri de bize uymuş
oracıkta duraklamış hatta birçoğu da hiç yapmadıklarını yapıp güneşin alnına yatıvermişler dikenlerin arasına.
Ahmat ağam çomağına dayanarak sanki 70lik bir ihtiyarın yorgun edasıyla yerinden galktı dağlar ve Elifin aşkı onu çok yormuştu. Gencecik çiçeği burnunda hacı Ahmadı. Yürüyorduk,
Öylesine sordum ağam sizin eviniz yurdunuz yok mu hep böyle çadırlarda mı yatırsınız? Var ısmayıl gardaş olmaz olur mu evimiz yurdumuz zilifkede (Silifke) ora nire ağam yabancı melmeketmi?
Yok, ağam neden yabancı olsun Mersin in bir yöresi. Haaaa ben oraları bilmem Ahmat ağa. Bana döndü Yörük ahmat ağam gardaşlık senin sığırlar yerine çıkıp yatmışlar gayrı ikindiye gadar kalkmazlar haydı bizim çadıra gidelim anam ısıcak yufka edecekti arasına gaymak goyup yiyelim olmazmı?
Olur, Ahmat ağa olur bende eşirgenecek (gonuşacak)insan arayorum. Ahmat ağa davarı galdırıp sürdü çadıra doğru yörüdük onlarda yatacakları meşelerin gölgesine doğru yörüdü çadırları 500 metre gadar ilerde yassıtaş güneyinde idi.
Çadırdan benim sığır sürümde pek ala görünüyordu yani tehlike yoktu zaten dağlar boş zarar verecek ekin bostanda olmazdı sadece köye doğru gaçan malları takip etmek yeterli idi.
Çadıra yaklaşınca Ahmat ağam anacığına seslendi. Ana ana bi misevirim varrr. Adının Hacce olduğunu öğrendiğim Yörük anası buyurun buyurun guzum başım gözüm üstüne dedi.
Ahmat ağam çadıra daldı ve terlemiş ayağındaki yün çoraplarını asıla asıla çıkardı kenara attı ve anasının iş yapmak için çadırın orta direğine belinden bağlayıp oynasın diye bıraktığı gız gardaşı Ayşayı çözdü onu biraz öpüp sevdikten sonra
Ana bu yoz sığırı çobanı ısmayıl gardaş bu dağların sahıbısı köyden yeni tanıştık emme çok sevdim gendini bize gaymak sürülü yufka getir varısa toz şekerde ek üzerine gözel anam dedi.
Ardından da gülerek ekledi geçennerdeki gibi duz ekiverme içine olur mu anacığım. Anası hadi ordan deli oğlan beni zenklenme (alay etme) yanış bi kerem olur dedi hep gülüştük.
Ahmat ağa ana bubam nerde dedi? Buban atların örkünü değiştirecek sulayacak epey zaman oldu gideli hemen gelir guzum dedi.
Ahmat yine anasına dönüp yanıyor gara ciğerim ana biliyon değil mi?
Biliyom gara Ahmadım biliyom emme ne yapayım elimden bir şey gelmiyor ay guzum öteki gözü tez zamanda kör olası ürütsem he deyivermedi hayırlı işe. Neyse anacığım o mezmur (mecbur) he diyecek emme ne var ki bizim yüreğimize direk dikecek bir yıl daha ay guzum deyince. Ahmat ana olacağına umudun varmı işallah olsunda seneye de ırazıyım ben. Zaten bu iş olmazsa hacı Ahmadın da olmaz anam benim deyince ocakta yufka çevirmekte olan ananın tavrı birden değişti. O nasıl bi ilaf (laf) Ahmadım goca Allahım kötülüklerden gorusun seni yiğidim saçının bir teline on tane Elifi gurban eder senin anan göynümün sultanı guzum.
Neymiş bana bulunmadık hint gumaşı mı elin çarıklısı. Sen sarıklı yiğidim goca evel Allah ın izniylen elini sallasan bin çarıklı gelir sana dedi.
Ortada bir sessizlik oldu ve sofrayı hazırladı Hacce ana. Evin beyi Memet ağada geldi o sırada elindeki çobanların vazgeçilmezi olan çomak’ı çadırın köşesine dikti usuldan selam verdi bize. “Selamaleyküm” biz daha selamı almadan Hacce yengeye dönüp gine ayni sazı mı çalarsınız anaynan oğlan deyi sertleşince. Hacce gadın gocasına çıkıştı. Anaaa eh sen bi sus sazı teli ne garıştırıyon şindi biz ana oğul çalarız söyleriz oynarız.

Oğlan haklı eskerliğini bitirdi tamam yirmi beşine bastı haksız mı?
Haklı a benim dağ gadınım emme ben ne yapayım beni bir köre esir etti inadıyla. Oysa sen bilin bubam deyiverse gızmı yok benim yiğit oğluma deyince ana ciğeri yine alçaktan aldı ne yapalım evimin beyi senin oğlun değil mi ağaca çıkan geçinin dala ardılan oğlağı olur sende az gezmedin benim peşimdeeee dedi.
Baba hafif gülümsedi. Tabii emme sende çok cesur çıktın değil mi gözel Haccem kimseye laf düşürmedin ah Elif de senin gibi oluverse he deyiverse bubasına inat alimallah ayağının bastığı yere altın döşerim gancığın yollarına.
Ben Ahmadımın tasalanmasını heç ister miyim ciğerim yanar yavrıma dedi. Ve neden sonra beni gördü kenarda oturuyorum hoş geldin hele hoş geldin kim bu deliganlı dedi.

Hacı Ahmat ağam bu gardaş gilissa köyü sığırlarının yoz çobanı adı ısmayıl buba böğün (bugün) tanıştık bu ıssız goca dağlarda ne yapalım bazı buluşup eşirgeniyoruz (konuşuyoruz) eyi eyi dedi Memet ağa bende bu oğlanı severim geçenlerde doru at ı gaçırdıydım bu oğlan dutuverdi öyle değil mi? Sendin hee diye de onaylattı evet emmi bendim dedim. Sağ ol garı eyi doyur oğlanların garnını tamam herif sende otur sana da gaymak serdim ısıcak yufkaya ayranla yeyin. Tamam garı sağ ol sen olmasan ne yaparız ölümüzü itler bağrımızı bitler yer tüketir alimallah dedi.
O yaz bu göçer aile ile ahbaplığımız hep sürdü bende hiç yağsız ayransız yoğurtsuz kalmadım Hacce yengenin sayesinde zaten evimizden azığıma koyacak süt yoğurt yoktu daha doğrusu sağınacak eminecek davar inek yoktu bizde.
Güze doğru onlar göçü sardı sehile (sahil e) yöneldi bizde köye iniş hazırlığı yaptık ama ne yalan deyim zor ayrıldık birbirimizden sanki aileden biri gibiydim onlara ben bu tür göçerleri köyün ileri gelen davarcıları malcıları çok sevmezlerdi. Malın otuna suyuna ortak oluyorlar deyi ama bizim için bir şey fark etmezdi. Ben bazen yalnız olurdum çoban arkadaşım ve Ahmat ağam olmazdı Hacce ana bana seslenirdi ısmayıl yalınızsan gel çadırda yat korkma guzum sığırlara bir şey olmaz ben gözetirim korkarsın sen derdi.

Ertesi yıl ben çoban olmamıştım emme gönlüm o dağlarda idi. Bir gün anacığımdan izin aldım o dağlara gettim görüşecektim geldilerse Yörük gara Memet sülalesi ile yoklarsa akşama gelecektim köye anamda tanımıştı o cana yakın Hacce anayı onun için onlara giderken bana hiç itiraz etmezdi.
Vardım yine ayni yerlerindeler buldum emme ortalık ve ortam değişikti. Dünya gözeli bir gelin aba vardı Hacce anamın yanında yakınlarında da bir ufak çadır daha kurulmuş oba iki aile olmuştu. Ben Hacce anamın yanına gettim gelinde geldi Ayşa gızda baya serpilmişti oda yanımızda emme ben çok utandım sıkıldım gelin hanımdan ve Hacce ana Memet emmi yok mu hacı Ahmat ağam yok mu? Deyince bana hacı Ahmat ağan davarda ikinci oğlum ısmaylım. Memet emminde görpeleri (oğlak kuzu) saldı otlatır nerdeyse gelirler sıkılma guzum bu sana anlattığımız gelin aban Elif dedi. Tecrübeli ana benim sıkıldığımı anlamıştı. Sabırlı ol deyip geline Elif gızım sen hadi get gocanı garşılada barabar gelin deyip beni rahatlattı. Getmeden Elif geline ısmayıl oğluma bir gayfe yap gelinim dedi ben sıkılarak istemem diye itiraz ettim ve ben Ahmat ağamın yanına doğru gideyim ben onu bulurum dedim emme Hacce ana ne len gelinden mi utandın hadi hadi sen bu evin oğlusun dedi zaten o Elif Aban seni tanıyor. Nasıl der gibi hayretle baktım Hacce anaya. Nasıl olacak seni her gün anarız ailede ondan tanır dedi. O anda biz gonuşurken çadırın önündeki kızarmakta olan meşe közüne cezve sürülmüştü bile ve az sonra Elif aba saygı ile gayfeyi getirip buyur ağam afiyet osun dedi ve getti. O yıllarda çay pek revaçta değildi ama her evde her çadırda mutlaka gayfe olurdu tiryakisi çoktu mübareğin.
Bizimde töremizde var evin genç oğluna yeni gelen gelin ufakta olsa ağa der bu gelenek onlarda da ayni. Elif gelin getti emme ben yinede sıkıldım çadırdan dışarı çıktım baktım garşıdan Ahmat ağam sürünün önünde yavaş yavaş geliyor elindeki kavalı da yanık yanık çalıyordu.
Elifine göndermeler yapıyordu anlaşılan keyfi pek yerindeydi. Çadırın doğu tarafından da Mehmet ağa yavaş yavaş geliyordu çadıra doğru körpe oğlakları koyu gölgeli meşe ağaçlarının altına yatırmış. İkisi de bir anda beni görüverdiler ve bayağı seğirttiler (koşmak) o hoş geldin küçük çoban arkadaşımız deyip kucakladılar. Artık vakitte geç oluyordu yolum da köye kadar baya uzaktı ben gideceğim ağalarım dedim.
Nereye dediler hep birden? Köye arası uzak Memet ağa anca giderim deyince yok bu gün bize misevir olacaksın salmayız gidip gelmemek var gelip görmemek var Allah gorusun sizler gençsiniz emme biz ehtiyarladık ısmaylım salmayız.
Hacce ana diyecektim yok guzum utanma sıkılma hacı Ahmat ağan gil çadırlarında yatırlar onların evi ayrı ben seni yanıcığım da yatırırım üşütmem hasta etmem gorkma Meryem anandan eyi beslerim seni dedi ve zorla alıkoydular emme benim sabaha gadar uyku filan girmedi gözüme ve Ahmat ağamla gece örü(davarın gece otlaması) gütmeye gettik keçileri ve gece yarılarına gadar eskilerden ve düğünden gonuştuk.
Hacı Ahamt ağam Elif ini alınca pek gençleşivermiş. Ben ağa kör Rüstem zorlamadan verdimi Elif abamı gayrı sana deyince? Verirmi len golay golay inatçı keçi gibi çok oğraştırdı bizi emme Elif aban bana yangındı oda bizde ağız birliği yapınca baskılara dayanamadı çok şükür gavuştuk birbirimize Allah her seveni gavuştursun gardaşım dedi. Ve ertesi sabah erkenden ayrıldık son görüşmemiz oldu onlarla.
Ben o yıldan sonra İzmir memleketine gettim para gazanmaya daha başka böyük şehirlerde çalıştım tam 10 yıl dönmedim köyüme
Onlar o dağlara yine geldiler mi beni anıp sordular mı bilmem emme ben o hatıraları o muhabbetleri hala anıp geçmişi yad ediyor ölenlere Allahtan rahmet yaşayanlara uzun sağlıklı ömürler diliyorum. Sevgiyle kalın yasalarımız çerçevesinde bu dağların yine eski bekçileri süsleri olan Yörükler gelsinler göçerlilik devam etsin Yörük kültür ölmesin yeni yetişen nesillerimiz deveyi ve keçileri kervanları kitap sayfaların fotoğraflarda değil kendilerini görsünler. İşte Elif kızı alan hacı Ahmat ağamı son gördüğümde şu türküyü çığırıyordu neşeyle.

Oyalı yazma başında

oyalı da yazma başında
oyaları kaşında
yeter beklettiklerin
Çeşmelerin başında

Eğmeli yavrum eğmeli
Fistan yere değmeli
Bir yiğidin sevdiği
Dünyaları değmeli

Ben armudu dişledim
Sapını gümüşledim
Sevdiğimin ismini
Mendilime işledim

Eğmeli yavrum eğmeli
Fistan yere değmeli
Bir yiğidin sevdiği
Dünyaları değmeli

Sürahiyi doldurdum
Baş masaya koydurdum
Uyuyan gözlerini
Öptüm de uyandırdım

Eğmeli yavrum eğmeli
Fistan yere değmeli
Bir yiğidin sevdiği
Dünyaları değmeli

İsmail Detseli
(Çalı Dergisinden alıntılanmıştır)