30 Temmuz 2012 Pazartesi

Dedi ki Annem

            Diyeceklerim cefakar annemin çocukluğundan. Bazen sohbet koyulaşınca eski zamanlara gider. O anlatır ben yazarım. Arada sorar: “şunu da yazdın mı?”

I. Tutulmuş Ayakkabı
Annemin çocukluk yılları. Tutulmuş ayakkabı onun zamanında ikinci el ayakkabının diğer adı.  Yokluk yıllarında pek rağbet olurmuş bu ayakkabılara. Verem cinsinden  yaygın hastalıklarla ülkenin başının dertte olduğu yıllarda kayınpederi, kadıncağız sevinir diyerek bir elinde “tutulmuş”la eve gelince, kayınvalidesi küplere binmiş hasta mı edeceksin beni diye. Annem dedi ki: “Yokluk ne çoktu o zamanlarda.”
II. Çıplak Ayakla Geçen Bir Yaz
Annemin lastik ayakkabılarını hoca mektebinde çalmışlar. Tahminen 1949 yılı. (On yaşında olmalı dediğine göre). Şimdilerde Çerkes’in Abdullah’ın evinin olduğu yerde Hasan Efendi’nin mektebi varmış. Hoca mektebi burası yani. Rahmetli nenem ağır bir ceza vermiş çaldırdı diye. Annem dedi ki: “Ben o yaz boyunca çıplak ayakla gezdim sokaklarda.”
III. Kıl Şalvar
Kaynanası dokumuş, annesi dikmiş kıl şalvarı. Siyah koyun yününden olacak muhakkak bu dokuma. Hem ev hem de iş kıyafeti olan kıl şalvarı her gün giyermiş annem. Annem dedi ki: “Ben onu hatıra olsun diye hala saklarım.”
IV. Geysi Yuma
Meramderesi 40’lı yıllarda tertemiz akardı. Ben bile 70’li yılların çocukluğuma denk gelen günlerinde gazel suyu içtiğimi hatırlarım. Kadınlar topluca Hiyetler’in kapısının önüne, dere kenarına gider hep birlikte çamaşır yıkarlardı. Adı, “geysi yuma”ydı bunun. Yani çamaşır yıkama. Tokuçlar çamaşır döverken  orta yaşı geçmiş kadınların boğazından hıyyyt hıyyyt sesler çıkardı durmadan. Çaldağı Yaylasında ise, Arkıtçayı’na inilir, şu kenarına ocak çatılır ve çamaşırlar sıcak suyla kaynatılırdı. Yaylada su olmadığından hem içme hem de kullanma suyu Arkıtçayı’ndan Çaldağına taşınır testilerle. Ben aradaki mesafeyi bilirim; çok uzaktır…  Annemi evlenmeden çok önce, 12 yaşındayken yaylaya bırakmışlar tek başına. Akşam sonraları evde yalnız, gündüzleri de komşularla birlikte oturmuş yazlar boyu. Dalevereciler’in Atiye Nene ile Karaali’nin Hatice çağırırmış sabahları inek sağmaya. Çaldağı’nda annem, 18 yaşına kadar yazları böyle yalnız kalmış. Her bahar Nisan sonuna kadar burada 50-55 gün kalırlarmış. Sonra, Temmuz başında Erikli’ye. Eylül gelince yeniden Çaldağı’na. Annem dedi ki: “Şimdiki hanımlar çok şanslı.”
V. Yunak
Kuzu-koyun ayrılmadan 2-3 gün önce “yunak” olur. Çobanlarla mal sahipleri Manastır Yaylası’nda, suyu Dedemdağı Yaylasından gelen derede koyunları, kuzuları yıkayıp temizlerler. Bunun adı “yunak”tır. Annem dedi ki: “Çok özlüyorum çocukluğumu.”

VI. Tülübelinme
Erikli Yaylası’nda “tülübelinir”. Yani kuzu koyundan ayrılır. Keçiler sağılmaya başlanır. Tülübelinme, yunak’tan sonra yapılır. Annem dedi ki: “Şu yaylaya götürsen beni güz gelmeden.”
VII. Hoooo!
Çoban Mehmet Ali (şu bizim rahmetli ramazan davulcusu Mehmet Ali Dede), Meramdere sokaklarında hoooo! diye bağırır olanca kuvvetiyle. Onu duyan büyükbaş mal sahipleri mallarını ahırlardan çıkarır çobanın önüne katarlardı. Ekim’den evvel, Mayıs’tan sonra olurdu bu. Mallar her gün dağı aşar, Beyşehir yoluna yakın İkisivri’ye giderdi. Çoban Mehmet Ali’ye, o günün ücreti neyse o ödenirdi mal sahipleri tarafından. Annem dedi ki: “Çoban öleli ne çok olmuş öyle.”
VIII. Odun Yemeği
Düğün vakti geldiğinde damadın akadaşları toplanıp dağlara odun kesmeye giderlerdi. Yanlarına yiyecek-içecekleri konurdu. Geceyi dağda geçirirdi bu gençler. Ertesi gün döndüklerinde eşeklerin yükünün tepesine çaprazlama odun diker, arasına bayrak, gıldırak, çan, kerek vs. Takar ve oğlan evine gelirlerdi. Ortalığı kaplayan şangırtı sesini duyan herkes “odun yemeği” geliyor diye yollara dökülürlerdi. Eşek yükünden biri kız evine giderdi. Odunlar, düğün yemeği için kazanların altında yakılırdı. O zamanların düğün yemeği usulü şimdiki gibiydi. Düğün pilavı… O vakitler “ümmeci” (imece) usulü ile iki gün boyunca düğün sahibine yardım ederdi komşular, akrabalar. Neredeyse her evde bulunan eşekler de düğün sahibinin emrine amade idiler. Annem dedi ki: “Nerede o eski yardımlaşmalar.”
Muammer Ulutürk (07.09.2011)