I. Tutulmuş Ayakkabı
Annemin çocukluk yılları. Tutulmuş ayakkabı onun zamanında
ikinci el ayakkabının diğer adı. Yokluk yıllarında pek rağbet olurmuş bu
ayakkabılara. Verem cinsinden yaygın hastalıklarla ülkenin başının dertte
olduğu yıllarda kayınpederi, kadıncağız sevinir diyerek bir elinde “tutulmuş”la
eve gelince, kayınvalidesi küplere binmiş hasta mı edeceksin beni diye. Annem
dedi ki: “Yokluk ne çoktu o zamanlarda.”
II. Çıplak Ayakla Geçen Bir Yaz
Annemin lastik ayakkabılarını hoca mektebinde
çalmışlar. Tahminen 1949 yılı. (On yaşında olmalı dediğine göre). Şimdilerde
Çerkes’in Abdullah’ın evinin olduğu yerde Hasan Efendi’nin mektebi varmış. Hoca
mektebi burası yani. Rahmetli nenem ağır bir ceza vermiş çaldırdı diye. Annem
dedi ki: “Ben o yaz boyunca çıplak ayakla gezdim sokaklarda.”
III. Kıl Şalvar
Kaynanası dokumuş, annesi dikmiş kıl şalvarı. Siyah
koyun yününden olacak muhakkak bu dokuma. Hem ev hem de iş kıyafeti olan kıl
şalvarı her gün giyermiş annem. Annem dedi ki: “Ben onu hatıra olsun diye hala
saklarım.”
IV. Geysi Yuma
Meramderesi 40’lı yıllarda tertemiz akardı. Ben bile
70’li yılların çocukluğuma denk gelen günlerinde gazel suyu içtiğimi
hatırlarım. Kadınlar topluca Hiyetler’in kapısının önüne, dere kenarına gider
hep birlikte çamaşır yıkarlardı. Adı, “geysi yuma”ydı bunun. Yani çamaşır yıkama.
Tokuçlar çamaşır döverken orta yaşı geçmiş kadınların boğazından hıyyyt
hıyyyt sesler çıkardı durmadan. Çaldağı Yaylasında ise, Arkıtçayı’na inilir, şu
kenarına ocak çatılır ve çamaşırlar sıcak suyla kaynatılırdı. Yaylada su
olmadığından hem içme hem de kullanma suyu Arkıtçayı’ndan Çaldağına taşınır
testilerle. Ben aradaki mesafeyi bilirim; çok uzaktır… Annemi evlenmeden çok önce, 12 yaşındayken
yaylaya bırakmışlar tek başına. Akşam sonraları evde yalnız, gündüzleri de
komşularla birlikte oturmuş yazlar boyu. Dalevereciler’in Atiye Nene ile
Karaali’nin Hatice çağırırmış sabahları inek sağmaya. Çaldağı’nda annem, 18
yaşına kadar yazları böyle yalnız kalmış. Her bahar Nisan sonuna kadar burada
50-55 gün kalırlarmış. Sonra, Temmuz başında Erikli’ye. Eylül gelince yeniden
Çaldağı’na. Annem dedi ki: “Şimdiki hanımlar çok şanslı.”
V. Yunak
Kuzu-koyun ayrılmadan 2-3 gün önce “yunak” olur.
Çobanlarla mal sahipleri Manastır Yaylası’nda, suyu Dedemdağı Yaylasından gelen
derede koyunları, kuzuları yıkayıp temizlerler. Bunun adı “yunak”tır. Annem
dedi ki: “Çok özlüyorum çocukluğumu.”
VI. Tülübelinme
Erikli Yaylası’nda “tülübelinir”. Yani kuzu koyundan
ayrılır. Keçiler sağılmaya başlanır. Tülübelinme, yunak’tan sonra yapılır. Annem
dedi ki: “Şu yaylaya götürsen beni güz gelmeden.”
VII. Hoooo!
Çoban Mehmet Ali (şu bizim rahmetli ramazan davulcusu
Mehmet Ali Dede), Meramdere sokaklarında hoooo! diye bağırır olanca kuvvetiyle.
Onu duyan büyükbaş mal sahipleri mallarını ahırlardan çıkarır çobanın önüne
katarlardı. Ekim’den evvel, Mayıs’tan sonra olurdu bu. Mallar her gün dağı
aşar, Beyşehir yoluna yakın İkisivri’ye giderdi. Çoban Mehmet Ali’ye, o günün
ücreti neyse o ödenirdi mal sahipleri tarafından. Annem dedi ki: “Çoban öleli
ne çok olmuş öyle.”
VIII. Odun Yemeği
Düğün vakti geldiğinde damadın akadaşları toplanıp
dağlara odun kesmeye giderlerdi. Yanlarına yiyecek-içecekleri konurdu. Geceyi
dağda geçirirdi bu gençler. Ertesi gün döndüklerinde eşeklerin yükünün tepesine
çaprazlama odun diker, arasına bayrak, gıldırak, çan, kerek vs. Takar ve oğlan
evine gelirlerdi. Ortalığı kaplayan şangırtı sesini duyan herkes “odun yemeği”
geliyor diye yollara dökülürlerdi. Eşek yükünden biri kız evine giderdi.
Odunlar, düğün yemeği için kazanların altında yakılırdı. O zamanların düğün
yemeği usulü şimdiki gibiydi. Düğün pilavı… O vakitler “ümmeci” (imece) usulü
ile iki gün boyunca düğün sahibine yardım ederdi komşular, akrabalar. Neredeyse
her evde bulunan eşekler de düğün sahibinin emrine amade idiler. Annem dedi ki:
“Nerede o eski yardımlaşmalar.”
Muammer Ulutürk (07.09.2011)