29 Ocak 2011 Cumartesi

Tuzlayım da Kokma

0 comments
Y. Nevranın ilk günü, 11.02.2008...

29 ocak 2011 C.tesi...
Annem anlattı ben yazdım. 
Yazmaz isem bunların yaşandığına şu kadar sene sonra inanan olmayacak. Konumuz doğum ve bebek üzerine...
Bizim eski kasabada çocuk doğar doğmaz tuzlanır, kundağa sarılırdı. İp, makas, kibrit, çam çırası hemen oracıkta bulundurulurdu.
İp, bebeğin göbeğini bağlamaya, makas göbek bağını kesmeye, kibrit de çamı tutuşturup bebeğin kordonunun ucunu yakmak için kullanılırdı. Sonra yeteri kadar toprak elekten geçirilir ve bebek belinden aşağısı  bu toprağın üzerinde çıplak vaziyette 40 gün bohçaya sarılı halde yatarak geçirirdi. Toprak günlük olarak tepside ısıtılırdı.
Bebeğin çenesinden başının üstüne bez bağlanırdı ki buna saka denir. Başına çeki çekilir ve saka ile çeki 50 gün kadar devam eder. 40 gün sonra bebek silbişli beşiğe yatırılır. Silbiş bir tür lazımlık. Bu durumda bez bağlamaya gerek yoktur. Çocuğun altı çıplak. İhtiyacını kolayca giderir. İki de bağırdak olur ve bebek beşikten düşmesin diye bağlanır. Bağırdak kalın bir bez demektir.
Çocuk doğar, oğlan olursa sevinç artar. Ellere kına yakılır. Çok kız evlat sahipleri kına yakmazlar. Komşular paluze, pirinç çorbası getirirler. Ben doğduğumda Leman Aba komşuları nazar olacak diye evden çıkarmış. Bir Pazar günü evde doğmuşum. Hanımların Mediha Nene benim ebemmiş. Eski ebeler bir hafta boyunca eve gelirler, çocuk ve annenin her türlü ihtiyacını belli bir para karşılığnda görürlerdi.
İkizim geç davranmış. Benden 2 saat sonra doğmuş. Eşi düşmeyince evin önünden geçen yabancı bir araba sürücüsü babamla birlikte doğum evine götürmüş annemi.
Doumumdan 1 hafta sonra Dr. Alaaddin sertel’e götürmüşler. Adam zamanın en şöhretli çocuk doktoru. Sorun göbeğimde. Kendi düşmeden asılıp çıkarmışlar. Böylece büyük bir delik çıkmış. Önce 2şer ay, sonra 6 aylık dilimlerle konrole gidilmiş. Adam ben 1 haftalıkken bunu 80 bin liraya amaliyat ederim demiş. Babam da; ömür boyunca ödeyemem..
Tuzlamışlar beni kokmasın diye. Göbek bağını bir kağıdın içine sarıp kapının üstüne sokmuşlar. Sebep evden bir yere ayrılmasın. Durup durup ayrılıyorum sıladan...

2 Ocak 2011 Pazar

Ali Osman Hoca'dan Bir Geçmiş Zaman Öyküsü

0 comments
          Prof. Koçkuzu Hoca'yı cümle alem tanır Konya'da. Emekli oldu ama kendini emekli etmedi. Sille Kültür Evi'nde bazı Salı akşamları, TYB Konya çınaraltında hafta sonları, zaman zaman da Mebkam etkinliklerinde görebilirsiniz.
          29 Eylül 2007 Cumartesi günü bizim çınaraltında çocukluk günlerini eski Konya'yı anlatmıştı. Üç yıl geçmiş aradan. Yazı arşivimde rastlayınca üzüldüm unuttuğuma. Bu tür bilginin değeri 50 sene sonra tarihe düşülmüş bir kayıt olarak çok işe yarayacaktır.  Yazıyı okuyanlar ha Ortasinan ha Dere diyeceklerdir bir de...

            Hoca neler demiş bakalım:
Araplar mahallesinin içinde Ortasinan var, orada doğdum. Mahallede 10-15 kadar hanım oturur, konuşurlar, büyüklere danışırlar. 10 yaşına kadar bu sohbetlere bizi alırlardı. Sonra ne olduysa bizi almadılar. Meğer kaba saba konuştukları da olurmuş. Ay Ali, gara domuz, nöörün gibi. En geveze olan hanımlar, en hareketli ve işbilir hanımlardı. Dikiş bildiklerini hatırlıyorum. Bunlar kapı önü  toplantılarıydı. Sene 1939. Bektaş’ın Kezban Abla vardı mesela. Gilemanların Recep Ağa’ya babamız hürmet ederdi. Çanakkele’den 15-20 sene sonrasıydı. İçlerinden pratik Almanca, Fransızca bilenleri vardı gidenlerin içinden. Kahire’de hapishanede kalanları vardı bunların. 
1942’de Karaciğan’a elektrik geldi. 1944’de Türbe Önü Durakfakih Mahallesine taşındık. Eşraf muhitiydi. Sarhoş nedir sarhoşluk nedir burada öğrendik. Araplarda herkes üreticiydi. İnekleri vardı evlerin. İç çamaşırı ve elbiseler evlerde neneler tarafından dokunurdu. Bir tek kundura nakit olarak satın alınırdı. Eli çantalı beyler gelir evlerden bazı eşyaları müsadere ederlerdi (gülüşmeler). Devlet tarafından kinin dağıtılırdı. Sıtma için ilkokul öğretmeni en büyük idari amirdi. O zamanlar muhtarlar vekil gibilerdi. Ortakaraviranlı Nedim Genç, Uluırmak İlkokulunun Müdürüydü. Okulun son iki ayını burada okudum. Benim hafız mektebine gittiğimi öğrenince çağırdı, kızdı. Dilenci mi olacaksın? dedi. İmam Hatip son sınıftayken İplikçi Camii’nin önünde karşılaştık. Bana sarıldı ve en doğru tercihi siz yaptınız dedi.
Dünür geldik bu hanenin kızına
Yazı yazdık aynasının tozuna

            Araplarda kapı zili, telefon vs. yoktu. Evde o günleri övdüğüm zaman şimdi hanım kızıyor. Üç dört nesil evde bir arada otururdu. Konya’da nüfus 30 bin tabii. Aşirette ölüm binde 11. Zeynep Kamil’de binde 90. Çocuk yaşta bizi korkuttular. Doğum yaparken ölen kadınlar kafamızda yer etti.

            Camiler:
           Konya merkezde 2500 cami var şimdi. Çocukluğumun imamlarının hocalık tarafları zayıf olsa da mihrabı doldururlardı. Gelirleri az idi bunların. Tuzcu, şemsiyeci, hattat olanları vardı. Çocukluğumuzda camilerin buhurdanlıkları olurdu. Şimdi yok. Camiler kapalıydı o zamanlar. Polis basar, gürültü kopardı. Şatırlı Hacıveyiszade Şükrü’ye polisin biri tokat atmış. Şatırlılar onun polise elin acıdı, hakkını helal et tarzındaki menkıbelerini anlatırlardı. 
            İlkokul 2’de dediler ki; Hz. Peygamber Sultan Selim Camii’ne gelecekmiş. Gittik. Ramazan ayı idi. İşte böyle mistik bir hava yaşamıştık. 1948 yılıydı. Cennette pilav yiyecekmişiz dediler. Veyis Abi evleniyordu. Öylece inandık. Aklımızdan senelerce çıkmadı bunlar. Şimdiki çocuklar olsa inanmazlar. Ayhanlar ile Güngörler ailesinde boşanma oldu. Akıl fikir erdiremedik. Boşanma nasıl bir şeydi acaba? Çok da üzülmüştük. Belki onların ev halkı unutmuştur bunu ama ben 60 senedir hatırlıyorum.
Ev işleri yapardık. Çocuklara ev işi yaptırırlardı.
            
           Okul ile ilk temas:
           Çukurmektep’te 1944-45 yılında okula başladım. Okul bir Osmanlı konağıydı. Üç sağda, üç solda odası vardı. Arada da mabeyn. Okul çalışanına (hademeye) dede, hanımına nene derdik. Öğretmenlerimiz çok kaliteliydi. Medrese bakıyyesi idiler. Rejim değişiklikleri bunları da etkiledi. Kordelası kolalı, ütülü olmayan öğrencilere bu öğretmenler “peygamber ütüsüz kordelallı çouğu sevmez ki” derlerdi. Rejimden etkilenmişlerdi ama söylemleri bu şekilde dini menşeli idiler. Dedegânlar okullarda görevlendirildiler. Türbede görev yapan bu görevlileri Milli Eğitime geçirdiler. Öğretmenler özel yetiştiriliyorlardı. İlkokul 5. Sınıfta bitirme sınavları yaparlardı. Medreselerin nuru üzerimizden gitmemişti. O zamanlar Konya’da 5-7 yaş sıbyan okulu (2 yıl), 6-13 yaş okul (6 yıl), 13-22 yaş medrese (9 yıl) eğitim veren kurumlardı. 1924 yılında medreselerin 450’si kapandı. Şimdi bütün Türkiye’de 100 bile yok.